34. Sayı

Server Bedi’den Bir Hayalet Tefrikası: Kızlar ve Yıldızlar – Metin Savaş

Peyami Safa’nın Server Bedi müstearıyla kaleme almış olduğu çok sayıdaki romanlardan biri Kızlar ve Yıldızlar adını taşımaktadır. Bu roman Hafta dergisinin 31 Ağustos 1951’deki 101. sayısı ile 15 Şubat 1952’deki 125. sayısı arasında tefrika edilmiştir.[i] Kızlar ve Yıldızlar tefrika edilişinden neredeyse yetmiş yıl sonra ilk defa Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır. Tefrika geleneğine uygun olarak popüler bir romandır. Yeşilçam filmleri tarzında mutlu sonla biter. Bununla birlikte Peyami Safa’nın o güçlü kalemi Server Bedi romanlarında da belirgindir. Üslûpta zorlama yoktur, hem anlatım hem diyaloglar yağ gibi tabii bir şekilde akıp gider. Kızlar ve Yıldızlar romanı Server Bedi külliyatı arasında yer alan Cumba’dan Rumba’ya derecesinde sağlam olmasa da okurlara edebî haz verebilecek bir metindir. Yakın zaman öncesinde Millî Mecmûa için değerlendirme yazısı kaleme almış olduğum Selma ve Gölgesi adlı Server Bedi romanı da epeyce güçlü ve ıskalanmış bir romandır.

Kızlar ve Yıldızlar’da okurun karşısına bir hayalet hikâyesi çıkıyor. Romanın başlangıç cümlesi şöyledir: “Telefonu kapadım ve gözlerim daldı.” Bu cümlenin taşıdığı değere az sonra değineceğiz. Bu roman Türkan adlı bir genç kızın Amerika gezisinde iken Ankara’ya ve İstanbul’a ölüm haberinin gelmesiyle başlıyor. Türkan’ın babası Naim Bey’dir. Naim Bey dul kalmıştır ve Hülya adında bir genç kadınla ikinci evliliğini yapmıştır. Hülya o kadar gençtir ki neredeyse Türkan’la aynı yaştadır. Naim Bey’in genç karısıyla kızı arasında birtakım sürtüşmeler vardır. Türkan ile Hülya neredeyse aynı yaşta oldukları için birbirlerine katlanamazlar. Naim Bey’in genç karısı Hülya kendisine zengin bir koca aramış ve bulmuştur. Hülya’nın asıl tutkusu mücevherdir. Aynı zamanda onun çocuksu bir karakteri de vardır. Hiçbir şeyi iki dakikadan fazla düşünemez, çabuk sıkılır. Pedagoji çalışanlar bilir ki anaokulu çocuklarının dikkat süreleri de birkaç dakikayla sınırlıdır. Hülya yapmaya karar verdiği bir işin sonunu düşünmeden harekete geçer. Küçük çocuklar da böyledir. Hikâyemiz başladığında Naim Bey ölmüştür ve terekesinde bir avuç mücevher bırakmıştır. Hülya ile Türkan bu mücevherlere sahip olabilmek uğrunda yarışmaktadırlar. Naim Bey’in kızı Türkan’ın Faruk adında bir sevgilisi vardır. Naim Bey ölünce onun genç karısı Hülya da Mithat adında bir avukatı kendisine sevgili edinir. Kızlar ve Yıldızlar romanının anlatıcı kişisi bu Avukat Mithat’tır. Mücevherler kayıpıtır. Türkan ile Hülya birbirlerini suçlamaktadırlar. Avukat Mithat ise kayıp mücevherlerin sırrını çözmeye uğraşanlar arasındadır. Mithat’ın düşüncesine göre yargıçlar hakikati ararken avukatlar müdafaa ederler. Böyle olmasına rağmen Avukat Mithat kayıp mücevherlerin bulunması yolunda hakikat arayışına sürüklenmiştir. Kayıp mücevherleri Hülya mı yoksa Türkan mı çalmıştır? Romanın ilerleyen sayfalarından öğreniyoruz ki mücevherleri çalan Hülya’dır.

Türkan bu hırsızlığı ortaya çıkarabilmek için fevkalade bir tiyatro kurgular. Amerika’ya gittiğinde kendisinin öldüğü haberini Türkiye’ye ulaştırmıştır. Türkan gerçekten ölmüş olsaydı mücevherler zaten Hülya’ya kalacaktı. Roman kurgusundaki birtakım şahıslar Türkan’ın hazırladığı ölüm yalanına ortaklık etmektedirler. Avukat Mithat ile Faruk ise bu yalandan habersizdirler. Mücevherlere tek başına sahip olmak arzusundaki Hülya da habersizdir. Amerika’dan gemiyle Türkan’ın cenazesinin gelmesi beklenmektedir. Ne var ki bekleyiş sürecinde Türkan’ın hayaleti Ankara’da ve İstanbul’da görünmeye başlar. Avukat Mithat, Faruk ve Hülya sırasıyla bu hayaleti görürler. Avukat Mithat gerçekçi bir kişi olmasına rağmen Türkan’ın hayaletini gördüğüne inanmıştır. Bunun yanı sıra şüpheleri de vardır. Hayaletten ötürü şu soruyu kendisine yöneltmektedir: “Kimdir bu, nedir? Et mi, kemik mi, duman mı, ışık mı, hayal mi, vehim mi, nedir?” Amerika’dan çoktan dönmüş olan Türkan ise hayalet rolünü gayet başarılı oynamaktadır. Avukat Mithat’a göründüğünde şöyle demiştir: “Sen beni yaşıyor mu sanıyorsun?” Bu soru Avukat Mithat’ın şüphelerini zayıflatır ve hayalet gördüğüne daha fazla inanmasına yol açar.

Türkan’ın sözüm ona hayaletinin Avukat Mithat’a göründüğü sahne ilginçtir. Avukat Mithat bir apartman dairesine girdiğinde Türkan’ın düzmece hayaleti bir koltukta oturmaktadır. Avukat Mithat şaşkındır. Bu ‘koltukta oturan hayalet kadın’ sahnesi Peyami Safa okurlarına Matmazel Noraliya’nın Koltuğu romanını hatırlatacaktır. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu romanı 1949 yılında yayımlanmıştır. Kızlar ve Yıldızlar ise yukarıda belirttiğimiz üzere 1951-1952 yılları arasında tefrika edilmiştir. Şu hâlde Matmazel Noraliya’nın Koltuğu daha kıdemli bir romandır ve ‘ruhçuluk dışında’ Kızlar ve Yıldızlar romanıyla hiçbir bağı yoktur. Peyami Safa, biliniyor ki, İkinci Dünya Savaşı yıllarında parapsikolojiye merak salmıştır. 1946 yılında yayımlanan Ruh ve Kâinat adlı kitabın yazarı Dr. Bedri Ruhselman’ın Peyami Safa üstünde etkisi olmuştur. Peyami Safa’nın ruhçuluk merakına kendi sözleriyle bakalım: “Geçen asrın sonunda olduğu gibi, bu asırda da, dünyanın en büyük ilim otoriteleri metapsişik ve parapsikolojik hadiseleri kabul etmekte, fakat izahında büyük zorluklara düşmektedirler.” Peyami Safa’nın ruhçuluk merakı bir fantezi olmayıp ciddi bir eğilimdir.[i

[i] Server Bedi Külliyatı, Kızlar ve Yıldızlar, Notlandırarak Hazırlayan: Tahsin Yıldırım, Ötüken Neşriyat 2020.

[ii] Peyami Safa’nın ruhçuluğa yönelik merakı için bakınız: Peyami (Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı) adlı kitap içinde “Ruhlar Arasında” başlıklı on sekizinci bölüm (sayfa 401-423), Beşir Ayvazoğlu, Ötüken Neşriyat 1998.

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X