34. Sayı

Bir Kutup Yıldızı Peyami Safa – M. Hayati Özkaya

“Bu ayrılık bana yaman geldi pek,

Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.

Ya gel bana ya oraya beni çek

Gözüm nuru, oğulcuğum, Nejad’ım!”

Bu mısralara imza atan şairi elbette tanıdınız. Gerçi o, sadece şair değil aynı zamanda yazar, öğretmen, Danıştay üyesi gibi birçok unvanı olan Üstad Recaizâde Ekrem’dir. Edebiyatımızın bu ünlü kaleminin, çok kısa sürmesine rağmen, bir de maarif bakanlığı vardır.

Şimdi onun eğitim bakanlığı dönemine ait çok özel bir sahnenin perdesini Yusuf Ziya Ortaç’ın kalemiyle aralayalım ve sonra anlatacaklarımıza devam edelim.

“Maarif Nâzırının kapısı açıldı ve sırmalar içinde iki hademe arasında büyük salona küçük bir çocuk girdi.

Nâzır (Bakan) en sevgili oğlunu, Nejat’ı kaybetmiş bir baba idi, şair bir baba: Recaizâde Üstad Ekrem.

Çocuk, babasını iki yaşında kaybetmiş bir öksüzdü: “Şair-i Maderzat” İsmail Safa’nın oğlu Peyami.

Şair Recaizâde Ekrem Bey, şair İsmail Safa’nın oğlunu, Nejat’ı kucaklayan baba elleriyle kaldırdı, dizine oturttu.

Peyami, iki yaşında kaybettiği babasını sekiz yaşında tekrar bulmuştu. ‘Yetim-i Safa’ değildi artık!

Galatasaray Sultanisinde yatılı okutulmasına karar verilen Peyami, Osmanlı Maarif Nâzırı’nın kapısından ışıklı bir yarına ilk adımını atıyordu o gün.

Ama bir çocuğun kara talihini, bir nâzırın sevgisi bile aydınlatmaya yetmez; Recaizâde Ekrem Bey emrini yerine getiremeden koltuğundan ayrıldı.”[1]

Evet, kara talihi Peyami’ye o gün bir oyun oynamış ve sanki eğitim öğretim yolunda kocaman bir yalan söylemişti. Hâlbuki o, yalanı hakikat güneşi karşısında kaybolup giden bir kara bulut gibi görür ve ondan hep nefret ederdi. Yalana olan tahammülsüzlüğünün en güzel örneğini edebiyatımızın şaheserlerinden biri olan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda sergilemişti.

“Dünyanın hiçbir Nüzhet’i yalan söylememelidir.

Nüzhet bana yalan söyledi… Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan…”[2]

Evet, bu bölümü mutlaka hatırlarsınız. Romanın kahramanlarından Nüzhet ona, yani romanın anlatıcısına, yalan söylemiştir.

Bu roman, Türkiye’de en çok basılan kitaplardan birisidir. Çok okunmuş, sevilmiş, ders kitaplarına girmiş, filmi yapılmış, klasik olmuş bir eserdir. Roman tekniği bakımından çok orijinal bir tarafı ise romanın kahramanı ve anlatıcısı olan hasta çocuğun adı yoktur. Çünkü o hasta çocuk, Peyami Safa’nın kendisidir ve hastalığının başlangıç noktası ise oldukça ilginçtir.

[1] Yusuf Ziya Ortaç, Portreler, Akbaba Matbaası, İst. 1963, s. 197.

[2] Peyami Safa, 9. Hariciye Koğuşu, Ötüken Yay., İst. s.41.

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X