32. Sayı

Bir Ekol: Mehmet Kaplan Hoca – Zeynep Göze Uluant

Üniversite yıllarım, aradan geçen kırk küsur sene­ye rağmen, hâfızamdaki izleri canlılığını koruyan, hayâtımın en zevkli ve faydalı geçen dönemlerinden bi­ridir. Ağzına kadar dolu anfilerde, hepsi birbirinden de­ğerli hocalardan Türk dili ve edebiyatının derin ve zengin dünyâsına dalar, sadece bilmediklerimizi öğrenmenin değil o kıymetli insanları tanımanın da hazzına varırdık. Sonradan şuuruna erdim ki okuduğum dönem, meğerse benim ucundan kenarından yakaladığım ne bereketli bir devreymiş. Zîrâ, mezun olduktan kısa bir süre sonra, rah- le-i tedrisinden geçtiğim bu kıymetli insanların bir kısmı, pek de uzun olmayan aralarla ve de henüz genç sayılabi­lecek yaşlarda Hakk’ın rahmetine kavuştular.

Mehmet Kaplan

Yeni Türk edebiyatı kürsüsü başkanı Profesör Meh­met Kaplan’ın ise hocalarımın içinde yeri bir başkaydı. Çünkü, babam Ergun Göze dolayısıyla evveliyatı olan bir tanışıklığımız vardı ve esas sertifikamı onun kürsüsün­den hazırladığım için müşterek geçen zamanım fazla olduğundan, dostluğumuz perçinlenmişti… Sınıfa girer girmez yaptığı ilk iş kol saatini çıkarıp masanın üstüne koymak olurdu. Bu hareket onun ne kadar dakik, düzen­li ve programlı olduğunun işaretiydi. Bütün bu ciddiyet ve disiplin içinde asla sıkıcı olmaz, dersinde dikkatlerin dağılmasına izin vermeyerek konuyu renkli bir hâle ge­tirirdi. Edep çerçevesi içindeki bütün tartışmalara açıktı. Bir gün, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Ecir ve Sabır” adlı hikâyesini incelerken, metni örf ve âdetlerimize aykırı bu­lan bir arkadaşımızı sonuna kadar sabır ve tebessümle dinlediğini hiç unutmuyorum. Gene ilk derslerinden bi­rinde “Üniversite metod verir, gerisi size kalmış” demişti. Bu sözün değerini, fakülteden mezun olduğum yıllarda daha iyi kavrayacaktım. Ancak sağlam bir metodla top­lanıp değerlendirilebilen bilgiler işe yarıyordu. Kaplan Hoca, talebesiyle arasında son derece ölçülü bir sevgi ve saygıdan meydana gelen sağlam bir bağ kurmuştu. Onları asla zora koşmazdı, müşkülpesent değildi. Fa­kat yanlışlar karşısında da büsbütün lâkayd kalmazdı. Sâdece esas sertifika derslerini gördüğüm son sınıfta, mâzeretim dolayısıyla kısa bir müddet devamsızlığım olmuştu. Hoca ile Türkiyat Enstitüsünde karşılaştığım bir gün, “Sen İnci’nin (Prof Dr.İnci Enginün) derslerine bu ara devam etmiyormuşsun, eğer böyle giderse ku­laklarını çekerim.” demez mi? O günden itibaren henüz bebek olan kızım ve mes’ûliyetim altındaki ev işleri dahî beni okuldan alıkoyamamıştı. Son senemizde bütün tez öğrencilerini, asistanı ve aynı zamanda komşusu olan hocamız Zeynep Kerman’ın evine çaya davet etmişti. Bütün arkadaşlar toplanıp değerli Hocamızın dâvetine giderken, kıymet verilmekten doğan bir haz içindeydik. Son derece samîmî bir hava içinde geçen o gün, sohbet de en az ikram edilen çay ve kurabiyeler kadar sıcaktı.

Mezuniyet tezim “Cenab Şahabettin’in Avrupa Mek­tupları” idi. Henüz Latin harflerine çevrilmemiş bu kıy­metli eseri yeni harflere çevirip değerlendirmesini ya­pacaktım. Tez hocam ise o zamanlar henüz doktor olan Zeynep Kerman idi. Haftada bir gün, deşifre etti­ğim kısımları karşılıklı okuyarak Türkiyat Enstitüsünde kendisiyle çalışıyordum. Bana gerek bilgi gerek tecrübe açısından çok şeyler katan bu çalışma, sene sonunda ta­mamlandı. Şimdi iş, hocamın imzasını almaya kalmıştı. Kendisine imzasını almak üzere evine gelip gelemeyece­ğimi, telefonla sorduğumda, “Tabiî Zeynep Hanım, bekli­yorum” dedi. Bu noktaya dikkatiniz çekerim. Babamdan on beş yaş büyüktü ve bana ismimle hitap etmiyordu, hanım diyordu. Gittiğimde ise beni lâyık olmadığım bir alâka ile karşılayarak, tezimin giriş bölümünü Kubbealtı Akademi Mecmûa’sında yayınlamam için teşvik etti. Bu değerli tavsiyeyi yerine getirdim ve kısa bir zaman son­ra hocamın uygun gördüğü gibi o kısım dergide makale olarak yayınlandı.

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X