31. Sayı

Kızarmış Ekmek Kokusu – Ayla Coşkun Ceren

Gözkapaklarını sağ eliyle ovarak açtı. Yeni bir günün ilk ışıkları krem rengindeki tüle rağmen pencereden içeriye akın etmeye başlamıştı. Gözlerini tekrar kapattı. İnce pamuk yorganı başına çekti. Nefes alışverişini dinledi. Kalbi hala onunlaydı ve küt küt atıyordu. Hırıltısını duydu, ciğerlerinden gelen bu uğultu, soğuk karanlık dipsiz bir kuyuda yankılanıp yukarıya çıkıyor gibiydi.

Burnunu yavaşça yorgandan çıkardı. Bu koku sinirlerini harekete geçiriyordu, ellerini hareket ettirdi, avuçlarını birleştirip kokuyu yakalamaya çalıştı. Kokunun sertliği arttıkça tükürüğü ağzının içinde çoğalmaya başladı. Kızarmış ekmek kokusuydu bu. Kızarmış ekmek kokusuyla pencere kenarındaki begonyaların baygın kokusu karışıyordu birbirine. Begonyalar ölmemiş miydi yoksa?

Yorganın dışına çıkardığı kulakları yanlış duymuyordu, kap kacak tıkırtılarıydı mutfaktan gelen. Bir süre sonra ekmek kokusuna demlenmiş çay kokusu karıştı. Kokular onu biraz kendine getirir gibi oldu. Uykusuzluk bütün vücudunu ağırlaştırmış, gözleri kan çanağına dönmüştü. Yüzünü çaresizlikle buruşturdu. Geceleri uyuyamıyordu. Karanlık onu içine çekiyordu. Geceleri üzerine gelen bu duvarlar, korkunç bir canavara dönüşüyor, çaresizce çırpınarak bu canavara teslim oluyordu.

Oysa şu kokular dayanılmazdı. Keşke gecelerde bu kokular gibi sıcak ve aydınlık olsaydı. Bütün gücüyle kafasını hareket ettirip diğer yastığa koydu. Burnu o anda başka bir kokuyu aldı. Leylak kokusu ne güzeldi. Yastığa ne güzel sinmişti leylak kokusu. Kokuya rağmen bir korku kapladı her yanını. Bu korku iğrenç bir tutkal gibi yapışmıştı her tarafına. Böyle zamanlarda gereksiz, işe yaramaz, korkak ve yalnız bir varlığa dönüştüğünü kabul ediyordu. Ağzında hissettiği soğuk, ekşimsi bir tattı. Beyni de boş durmuyor zamanı sürekli ileri geri sarıyordu. Görüntüler birer fotoğraf karesi gibi geçiyordu gözlerinin önünden. İçinden geçen isyan duygusu sürekli artıyor, yaralı bir hayvan gibi acı çekiyordu. Üstüne yağan ıssızlık, sessizlik yağmuruydu. Ne yaparsa yapsın bundan kurtulamıyor, yalnızlığı kaskatı bir heykel gibi önünde dikiliyordu.

Tekrar kokladı yastığı. Nefes alış verişi biraz yavaşlamıştı. Leylak kokusu ne güzeldi. Mor leylak ilk aşktı. Mavi leylak huzur ve mutluluk, pembe leylak güçlü bir sevginin ifadesi. İçi biraz ferahlar gibi oldu ama ensesinden omurgasına doğru inen ince bir sızı yatakta zıplattı onu. Titreyen eliyle döşeği tuttu. Darmadağınık düşüncelere arada bu ani kasılmalar da ekleniyordu. Yavaşça elleriyle yatağın kenarından tutarak doğruldu. Başı dönüyordu bir boşluk onu aşağılara çekiyor, düştüğü bu uçurum hiç bitmeyecek gibi sürüyordu. Korkuyordu, zaman ve mekân yoktu bu anlarda. Telaşla çarpan kalbi tekrar yatağa uzanmasını söylüyordu. Tekrar uzandı yatağa. Böyle zamanlarda bir tabutu andırıyordu yatağı. Sert, kuru ve karanlık. Başını pencere tarafına çevirdiğinde güneş ışıklarının içeriye dolduğunu gördü. Ciğerlerini havayla doldurup bıraktı. Biraz rahatlamıştı.

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X