32. Sayı

Bir Okyanus Türküsü yahut Bir Gurbet Serencamı – Oğuzhan Karaduman

Türküler… Bazen dert ortağıdır bazen yürek sızısıdır. Milletimiz neyi var neyi yok işlemiştir türkülerine. Yöresi ezgisi fark etmez. Bir notası bir dizesi insanı alır ve başka bir âlemin eşiğine getirir. Bu eşikten geçenler bilirler ki türküler Türk’ün en samimi hâlidir. Türküsü olmayan köy, kasaba yoktur.

Bu yazımızda üstat Faruk Nafiz Çamlıbel’in deyimiyle bir çiçek dermeden sevgi bağında huduttan hududa atılanların feryadından bahsedeceğiz. Âşıklık; geleneği, âdâbı olan bir meziyettir. Saz çalmak, mahlas kullanmak, usta malı deyişler söylemek, atışmak, bade içmek bunlardan bazılarıdır. Âşıklığın bir gereği de gurbete çıkmaktır. Gurbet insanı yoğurur. Kıvam ve kıyam verir insana. Kıvamını bulan ruh kıyama kalkar. Kıyama duran ruh için kıraat vakti gelmiş demektir. Bu noktada sözlerin bağı çözülür. Söz saza, saz da söze yarenlik eder.  Âşık yitik nesnesinin peşinde olan kişidir. Gönül karargâhına söz geçiremeyen âşık, tabiatı kendine nazargâh ilan eder. Dağlardan esen meltemlerde sevdiğinin kokusunu arar. Bir kuzunun inleyişinde beşikteki bebeklerin sesini hisseder âşık. Kısaca her şeyin, her zamanın ve her mekânın bir türküsü vardır. Okyanusların bile… Bu sözün en ücra kenarındadır belki de okyanuslar. Derin, ıssız, masmavi, ummanlar… Okyanusların, denizlerin türkülerine geçmeden önce türkü cümlemizin öznesi olan gurbet ve sıla çıkmazında kendine yol arayan âşıklara kısaca değinmek istiyoruz.

Gurbet denilince akla şüphesiz ocaklı şairler gelir. Ocaklı şair denlince akla Yeniçeri şairler gelse de asıl gurbet kuşları Garp ocaklı şairlerdir. Garp ocakları Mısır’ın fethi ile kurulmaya başlamıştır. Garp ve Ifrîkiye olarak adlandırılan Kuzey Afrika topraklarında hâkimiyet kurmak isteyen Osmanlı Devleti başlarda bu bölge için azat edilmiş kişilerden askerî birlikler kurmak istese de bu yöntem başarılı olmamıştır. İhtiyaç duyulan kara ve deniz birliklerinin asker ve levent ihtiyacı her dönem olduğu gibi Anadolu’dan temin edilmiştir. “Türk denizcisi Oruç Reis sayesinde ilk defa 1516’da Cezayir’e giren Osmanlılar, İspanyollar’ı buradan çıkardıktan sonra 1551’de Trablusgarp’ı ve 1574’te Tunus’u kesin olarak ele geçirdiler. Cezayir 1516-1830, Tunus 1574-1881, Trablusgarp 1551-1912 yılları arasında Osmanlı idaresinde kalmıştır. Oruç Reis ve Hızır Reis (Barbaros Hayreddin Paşa) Cezayir’in, Koca Sinan Paşa ile Kılıç (Uluç) Ali Paşa Tunus’un, Turgut Reis ise Trablusgarp’ın fâtihleridir.

Bugün Cezayir, Tunus ve Libya arşivlerinde mevcut asker tahrir ve maaş defterlerinde ve askerî kışla odalarında Bayındırlı, Kazdağlı, İzmirli, Tokatlı, Karamanlı, Sinoplu, Rodoslu, Manisalı, Karslı vb. askerlerin menşelerini bildiren kayıtlar bulunmaktadır. İfrîkıye ve Mağrib’de İspanyol-Osmanlı nüfuz mücadelesi sonunda Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Türk hâkimiyetine geçmiş ve Akdeniz’de üstünlük mücadelesini Osmanlılar kazanmıştır.”[1] Cezayir Ocakları olarak da bilinen bu birliklere mensup olduğu kayıtlara yansıyan birçok şair mevcuttur. Bunların en meşhurları Kara Hamza, Mağriblioğlu, Kul Mustafa, Öksüz Hasbi ve Benli Ali’dir. Bu şairler vatan hasretini doğan her güneşte tenlerinde hissetmişlerdir. Vatandan ayrı kalmanın sancısını söyledikleri türkülerde hissetmek mümkündür. Cezayir Ocaklı şairler hakkında bilgiler veren aydınlardan biri de İsmail Habip Sevük’tür. Sevük, bu şairlere vefayı Türklüğün bir gereği olarak telakki eder. Türk vefalıdır. Türküler ise vefalı insanların durağıdır. İsmail Habip Bey’den öğrendiğimiz okyanus türküsünün hikâyesi şöyledir:

[1] Atilla Çetin, TDV İslam Ansiklopedisi, Garp Ocakları,13. Cilt. S.382.

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X