31. Sayı

Bayram – Mehmet Gül

Biz ona Koca Kafa Bayram, derdik. Zayıf bedeninin üstünde işleyen koca kafasıyla Bayram,  en zor problemleri hocamızın daha cümlesini tamamlamasına fırsat bile vermeden çözer, elindeki defteriyle koca kafası aynı hizada, tahtaya koşup az önceki başarısını kimseye kaptırmama hırsıyla-hoş sınıfta öyle biri de yoktu ama- bizim kıskanç bakışlarımızın önünden yara almaksızın geçer, benim hiçbir zaman sırrına eremeyeceğim sayıların çapraşık simetrisini hocanın gözüne tutardı.

Hoca benim kafamdan daha büyük eliyle yakaladığı deftere sınıfın bir köşesinde koca cüssesiyle eğilir ve sonra bir şeyler mırıldanır ama biz onu asla duymazdık. Biz ona her defasında gökdelenlere bakan ilkel bir kabilenin şaşkın üyeleri gibi yaklaşırdık. O, etrafımızda bu ağırlığın bilinçsiz rahatlığıyla dolaşırdı. Sonra bazen hocanın eli kulaklarımıza uzanır, bir vidayı iyice sıkmaya çalışan ustanın var gücüyle soytarılığı kendine meslek edinmeyi düşünebilecek bir öğrencinin kulağını yakalardı. Yahut da yine sonra bazen o kocaman ellerinin bir devden hiç beklenmeyecek çevikliğiyle başka bir öğrenciyi iki kulağından tutup kendi katına çekerdi. Son kertede kurtulamayacağını anlayan öğrenci acının keskin refleksiyle hocanın kollarına yapışarak aramızdan ayrılırdı. Bayram bir yandan problemlere odaklanırken bir yandan da bunları sonrasında bize karşı koz olarak kullanmak üzere torbasına atardı. Çok defa buna şahit olmuştuk.

Bir keresinde yanımızda bir müddet durmuş, kulaklarından yakalanan arkadaşa dönerek konuşmakla susmak arasında muhataplarını bekletmenin ahlaksızlığıyla sırıtarak ona “seçilmiş insan”, demişti. Biz, bizim için çoktan geçip gitmiş bu ve bunun gibi bir yığın cezayı unutmanın mutlak cennetinde sohbete dalmışken “seçilmiş insan” lafı da nereden çıkmıştı? Hani aramızda bu sözlerin ucundan tuttuğunda geçmişin hangi kuyularına sarkıp orada bıraktığı hangi yüzüyle karşılaşacağını hatırlayabilecek kadar belleği güçlü birini arasak da bulamazdık ama yine de onun temkinli art niyetinin önümüzden yahut ardımızdan yüzümüzü güldürecek bir şeyler göndermeyeceğini bilirdik. İşte o an Bayram’ı içimizde yuvarlandıkça büyüyen bir çığ gibi önümüze katar, okulun etrafında tur üstüne tur atardık. Bayram topuklarını bahçede gösterdiğinde kovalamaca başlardı.

Çoğu zaman onu yakalamak mümkün olmazdı. Eve giderken kemerinden tutabildiğimi hatırlıyorum yalnızca. Onda da arkasına dönüp beni olağanca gücüyle ittirmesiyle asfalta yapışmam bir oldu. Bu konuda birkaç kişi dışında yalnızdım. Diğer arkadaşlar çıkışta sağa döner biz Bayram’la sola kıvrılırdık. Yan yana geldiğimizi fark ettiği anda adımlarına başka bir telaş eşlik eder, hızlanan soluk alışları adımlarıyla aynı tempoda yola devam ederdi. Bu acıyla günler benim için kurtulamadığım bir karabasana dönerken Bayram’ın önünde zaferin altın tacı gibi kıvrılıyor, her şeyin zıddıyla kaim olması gibi bizim tembelliğimiz onun bembeyaz fonunda her an her şeyi yutmaya hazır bekleyen siyah, simsiyah bir leke gibi hocanın gözünde büyüyordu. Zaman zaman hoca bu siyah lekenin tek tipleştirdiği kalabalığa dönüp olanca hışmıyla kükrüyor, yelesinin acı dalgalarını ensemizde hissettiriyordu. Diğerleri ne yapıyordu? Diğerleri yani haylazlıkta, tembellikte birbirinden farksız olan bizler!

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X