“Yaran varsa baştan sona akıcı yazabilirsin!”
Türk Edebiyatı dergisi birkaç sayıdır önemli yazarlarla “Nasıl Yazar oldular, Nasıl Yazıyorlar” adıyla bir söyleşi yayımlıyor. Türk Edebiyatı’nın Temmuz 2015 sayısında “Çanakkale Mahşeri” adlı eseriyle tanınan Mehmet Niyazi Özdemir ile yapılan söyleşi yayımlandı. Yeni yazarlara yol göstermesi açısından bu söyleşinin bazı bölümlerini yayımlıyoruz:
Yazmaya nasıl başladığınızı hatırlıyor musunuz? Bir hatırası var mıdır hayatınızda?
Ben yazar olmayı aklımdan hiç geçirmemiştim. Ben normal lise çıkışlıydım, yalnız İmam Hatipli çocukları görürdüm; onlar daha mazbuttu ve derslerine bizden daha iyi çalışırlardı. Fakir aile çocuklarıydı, ama bilhassa gazetelerde çok kötü gösteriliyorlardı. Bunların hayatından bahseden roman yazacak kimse yok, bunların dramını ben yazayım dedim. İlk romanım Var Olmak Kavgası böyle doğdu. Tabii roman nedir, nasıl yazılır, bunları fazla bildiğim yoktu. Yirmi altı, yirmi yedi yaşındaydım. Bu romanı yazdım, yayımlandı, çok büyük ilgi gördü. Ondan sonra o romanı düzeltmeye başladım. Böylece yazar oldum. Hikâye bu.
Yazarlık hayatınızın ilk yıllarında sizi teşvik eden oldu mu?
Hayır, olmadı. Necip Fâzıl’a gidip gelirdim. Ama Necip Fâzıl da kimseye sen yazar olacaksın falan diye bir şey söylemez. Enteresan biriydi. Benim ailem zaten Adapazarı Akyazı’dandır. Yani entelektüel bir zümreden değildi. Öyle bir çevrem yoktu. Dolayısıyla yazarlığa ben kendim başlamış oldum
Yazar olmanızda sizi etkileyen eserler ve yazarlar kimlerdir?
Başta Necip Fâzıl, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Panait İstrati, Dostoyevski ve Tolstoy olmak üzere birçok yazardan etkilendim.
Okuma miktarınız yazarlığm başıyla sonu arasmda nasıl değişti?
Şu an daha çok yazacağım kitaplar hakkında okuyorum. Mesela şu anda Kutü’l-Amare okuyorum. Kutü’l-Amare zaferi, üzerinde pek durulmayan bir konudur. Değişik kitaplarda, değişik hatıratlarda çok az bahsedilmiş. Onları okuyorum, çalışıyorum. Daha evvel farklı romanlar ve fikir kitapları okurdum. Şimdilerde daha çok kendi konumla alakalı şeyleri okuyabiliyorum.
Yazma alışkanlıklarınız nelerdir? Müsvedde kullanır mısınız? Her zaman kullandığınız bir kurşun kalem, divit, dolma kalem, silgi yahut özel bir kâğıt var mıdır?
Ben tükenmez kalem kullanıyorum. Yazdıklarımı daha sonra düzelterek temize çekerim. Yaşım ilerledi, bilgisayar kullanmıyorum. Bilgisayarı gençler kullansın.
Yazmanın mekânla nasıl bir ilişkisi olduğunu düşünüyorsunuz? Yazmak için hususi olarak gittiğiniz bir yer var mıdır?
Böyle bir mekânım yok. Ben hep kütüphanelerde yazarım. Hukuku bitirdikten sonra kütüphanelere devamlı gitmeye başlamıştım. Bir zamanlar yaşadığım Köln’de de değişik yerlerde de sabahtan akşama kadar oralarda kitap okur, yazardım. Var Olmak Kavgasim Marburg ve Köln’deki kütüphanelerde, Çanakkale Mahşeri’ni Bayezid Devlet Kütüphanesinde, Ah Yemeni de İSAM’da yazdım. Yani benim için hususi mekân diye bir şey yok.
Yazmaya başlamadan önce yazacaklarınız zihninizde belirlenmiş olur mu yoksa tamamen oturduktan sonraki akışa mı bırakılmıştır? Bazen sizi de şaşırtacak sonuçlara ulaştığınız olur mu?
Şu konuyu yazayım diye başlıyor, sonra o konu hakkında etraflıca düşünmeye başlıyorum. Yazarken çok değişiyor, ama özü aynı kalıyor. Olayların tahmin etmediğim bir yere gitmediğini söyleyebilirim; çünkü başlarken bütün yönleriyle “böyle olabilir”, “şöyle olabilir” şeklinde her ihtimali düşünüyorum. Benim yazdıklarım tarihi romanlar oldukları için araştırıyorum. Gerçek tarih neyse onun zaten bir planı vardır önümde. O plana uyarım.
Yazma anında tıkanıklık yaşıyor musunuz? O anda özel olarak yaptığınız bir şey var mıdır?
Eğer tarihi roman yazıyorsam tıkanıklık yaşamam. Mesela Çanakkale Mahşeri’ni yazmaya karar verince Çanakkale hakkındaki bütün kitapları okumuştum Bu onun önüne geçer. Diğer, yani yani kendi kurgum olan kitaplarda da anlattıklarım da zaten benim içimi yaralayan şeylerdi. Yaran varsa baştan sona akıcı yazabilirsin.
Yazacaklarınızı oluş sırasına göre mi yazıyorsunuz? İlerideki bölümlerden birini yazıp geri döndüğünüz oluyor mu?
Oluş sırasına göre yazıyorum. Ama daha sonradan değiştiği oluyor. Birinin hayatını mı anlatacağım, onu doğduğu yerden alıp sonuna kadar götürüyorum. Sonra dönüp baştan okurken bazı yerleri değiştirdiğim olmuyor değil. Aslında baştan sona kadar akışı görüp ondan sonra yazmaya başlıyorum diyebilirim.
(…)
Genç bir yazarken yapmış olduğunuz, ama şimdi “Böyle yapmama gerek yokmuş” dediğiniz bir şey var mı?
Ben yazarlığa başladığımda bir ağabeyim olsaydı ve bana “Şöyle yapma, böyle yap” deseydi, bugünkü durumuma otuz yaşlarında gelirdim. Ama öyle bir ağabeyimiz yoktu. Öyle bir entelektüel bir zümreden gelmiyorduk. Bizim gençliğimiz Marmara Kahvesi’nde geçti. Oraya Sezai Karakoç da, Necip Fâzıl da gelirdi. Seyrek olarak Nurettin Topçu da… Daha çok günlük hadiseler ve tarihî konular konuşulurdu. Ama yazarlık hakkında kimse bir şey söylemezdi. Biz el yordamıyla bu noktaya geldik. Bu sebeple ben etrafımdaki gençlere mümkün olduğunca yardım etmeye çalışıyorum.
Genç yazar adaylarının kendilerini geliştirmelerinin yolu nerelerden geçmektedir? Mesela yerel gazetelere yazmak mı, edebiyat dergilerini kovalamak mı, yoksa kendi kendine yazıp kendi yolunu çizmek mi?
Türkiye’deki dergiler üç ya da beş bin satıyor. Ama bütün entelektüellere bakın hepsi dergilerden geçmiştir. Bizim dergilerimiz cılız gibi gözükmesine rağmen kültür hayatımızda çok büyük yer edinmiştir. Bunun için yazar olacakları hep o dergiler şekillendirir. Benim gördüğüm bu. Yazarlık dergilerden başlamalıdır.
Türkiye’de yazarlık pek dünyalık getirmiyor. Ancak meşhur olursan… Gazetelerin size yer vermesi için onların ideolojisine uygun yazmalısınız.
Yazar adaylarının ülkemizdeki edebiyat dünyası tarafından yeterince teşvik edildiğini düşünüyor musunuz?
Yazarlık bizim ülkemizde mühendislik gibi, doktorluk gibi para getiren bir meslek değildir. Bizde yazarlık bir ıstıraptan dolayı doğmuyor, ideolojiden dolayı doğuyor. Mesela Çanakkale Mahşeri onlarca baskı yaptı, ama kinmse bu kitap hakkında bir şey yazmadı. Yazmayınca okuyucun da çoğalmıyor, üç beş kuruş da gelir elde edemiyorsun. Kimse yazarlığı teşvik etmez. Belki dergiler bu teşviki yapabilirler çünkü onların da yazıya ve yazara ihtiyacı var.
(…)
Ülkemizde yayımlanan kitaplar hakkında konuşulma, üzerine yazı yazılma açısından hak ettiği değeri görüyor mu?
Görmüyor. Herkes kendi yandaşını parlatıyor. Bir yazar çıktı, şuna bir bakalım kimse demiyor. Ne edebiyat fakültelerinde ne de dergilerde var bu. Ben, bana gönderilen kitaplar hakkında cemiyet görsün diyerek yazı yazmaya çalışıyorum, ama haftada bir gün yazdığım için fazla bir katkım da olmuyor.
Yazar olurken ihmal ettiğiniz bir şeyler oldu mu?
Yok, olmadı. Ama şunu söyleyebilirim: Gazetelerden ayrı bir yazar olacaksın ki gece gündüz yazacağın kitabın üzerinde düşünebilesin. Biz öyle olamadık ne yazık ki.
(…)
Mülakat: Erhan Genç, Türk Edebiyatı, sayı 501, Temmuz 2015, s. 76.
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.