HASTA BİR TELDE HASTA BİR NAĞME
Ah ben ne hastayımbilsen:
Kalbimin ıztırâb-ı mâlûlü
Rûhumun ihtisas-ı meçhûlü
Ne kadar başka herkesinkinden.
Sen ki feyfâ-yı bînasibimde,
Bir küçük nûr-ı rahm-ı şefkâtsin
Dinle, rûhumdan akseden bu tanîn
Hasta bir telde hasta bir nağme
Bu bütün kış devam eden kahhâr
İhtisasat içinde hırpalanan
Dâimâ hasta, dâimâ sehhar
Bir ümîdin peyinde şefkat uman
Fikr-i me’yûs gam penahımı ben.
Saf denizlerde belki bir mahzûn.
Hiss-i şefkat bulur mehâsinden
Hissedâr-ı şifa olr diye dün
Akşamüstü deniz kenârında
Hayli gezmiş ve çok düşünmüştüm.
Bu sema-yı mükedder altında
Acı bir hande mürtesem gördüm.
Âşıkından muvakkaetn mahrum
Hasta bir genç kadındı sanki deniz
Şüphesiz bahtiyar, fakat mahrum
Besliyor bir ümîd-i şefkât-riz.
Güneş artık çekildi eşyadan.
Sular artık menekşe olmuştu.
Gölgelenmiş semâ-yı rüyadan
Bir hayâl-i bâid ü mevhûmu
Bekleyen gözlerim yorulmuştu.
Sonra birden semâya baktım ben:
Semt-i re’simde bir hayal-i semen
Bana senden neşîdeler okudu
Tahsin Nahid
Bu şiirdeki İmgeler:
Kalbimin ıztırâb-ı mâlûlü (sakat ıstırap): Istırap sözcüğüne insana özgü bir nitelik verilerek kişileştirme yapılmış. İmge, kişileştirme yoluyla oluşturulmuştur.
Sen ki feyfâ-yı bînasibimde (Nasipsiz çölümde): Çöl sözcüğüne insana özgü bir özellik verilerek kişileştirme yapılmış. İmge kişileştirme yoluyla oluşturulmuştur.
Dinle, rûhumdan akseden bu tanîn (Dinle, ruhumdan yankılanan bu tınlayışı): “Ruh” soyuttur, “tınlayış” ise somut. Dolayısıyla soyut bir varlığa somut bir özellik verilmiştir. Başka bir ifadeyle ruh, tınlayan bir nesneye benzetilmiş ancak “kendisine benzetilen” nesne kullanılmayarak “kapalı istiare” yapılmıştır. İmge, kapalı istiare yoluyla oluşturulmuştur.
Hasta bir telden hasta bir nağme: Bu dize tamamen sembolik bir söyleyişe sahiptir.“hasta tel/ hasta nağme” ifadelerinde, kişileştirme ve kapalı istiare vardır. “Tel” ve “nağme” burada gerçek anlamının dışında kullanılmış ve şairin ruhunu ifade eden bir sembol olmuştur.
Bu semâ-yı mükedder altında (üzüntülü gökyüzü): Gökyüzü kişileştirilmiştir.
Hasta bir genç kadındı sanki deniz: İmge, benzetme yoluyla oluşturulmuştur.
Sular artık menekşe olmuştu: İmge, benzetme yoluyla oluşturulmuştur.
NİSYAN
Güneş ufukta solarken, onunla kol kola biz
Dolaştık eski hıyâbân-ı aşkı hep sessiz.
Menekşe gölgelerin aks-i mübhemiyle dolan
Bu eski makber-i mesir-i hâtırâtımdan
Uçan revâyıh-ı hülyâyı, dest-i mesâ
Uzak ve gölgeli âfaaka yaydı.
Nazarlarında zılâl ü ziyâ ölen o kadın
– Bir eski gölde solan leyle-i hâyalâtın
Son iltimâ’-ı harîrîsi, son nigâhı gibi-
Biraz melûl-ı tevekkül, fakat acûl, asabî
Ve muhteşemdi. Ben öksüz emellerimle hazân
Ser-i melûlümüzün fevk-i haşyetinde uçan
Ölümlü nefha-yı şi’riyle, rûhumuz yorgun
Samût ü pür elem, ağlaştık. İhtizâz-ı gusün…
Menekşe gölgeler artık karardı, öldü mesâ.
Rükûd-ı şâmı sararken bu leyle-i hülyâ
Biraz elem-zede, yorgun, onunla kol kola biz
Dolaştık eski hıyaban-ı şi’ri hep sessiz…
Köprülüzade Mehmet Fuad
Nisyan: unutma
Hıyâbân: iki tarafı agaçlı yol
Mübhem: belli olmayan, belirsiz
makber-i mesir-i hâtırâtımdan: hatıralarımın gezinti kabirleri
revayıh- hülya: hayallerin kokusu
dest-i mesâ: akşamın eli
zılâl ü ziyâ: gölge ve ışık
leyle-i hayalât: hayallerin gecesi
iltimâ’-ı harîrîsi: şiddetli parıldama
nigâh: bakış
melûl-ı tevekkül: razı olmaktan usanan
acûl: aceleci
ser-i melûl: sıkıntılı baş
fevk-i haşyetinde: aşırı korkulu
nefha-yı şi’riyle: şiirin nefesi
Samût ü pür elem: suskun ve elem dolu
İhtizâz-ı gusün: ağaç dallarının titreyişi
Rükûd-ı şâmı: akşamın durgunluğunu
hıyaban-ı şi’ri: şiirin ağaçlı yollarını
ÖLMEK
Firaz-ı Zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek, ölmek istiyorum
Cevf-i ye’s-âşinâ-yı hüsrâna…
Titrek
Parıltılarla yanan bir mesâ-yı mezbaha-renk
Dağılırken suhûr-ı uryâna,
Firaz-ı Zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Oradan düşmek, ölmek istiyorum
Cevf-i ye’s-âşinâ-yı hüsrâna…
Kanlı bir gömlek
Gibi hârâ-yı şemsi arkamdan
Alıp sürükleyerek,
O dem ki refref-i hestîye samt olur kaim,
Ve bir günün dem-i âlâyiş-i zevâlinde
Sürüklenir sular âfâka şu’le halinde,
O dem ki kollar açar cism-i nâ-ümîde adem,
Bir derin sesle “haydi!” der uçurum,
O dem,
Firaz-ı Zirve-i Sinâ-yı kahra yükselerek
Oradan,
Savt-ı ümmîd-i kalbi dinlemeden,
Cevf-i hüsrâna düşmek istiyorum
Ahmet Haşim (piyâle)
firaz-ı Zirve-i Sinâ-yı kahra: kahır çölünün zirve yokuşuna
cevf-i ye’s-âşinâ-yı hüsrâna: hüsran ve ümitsizliğin tanıdık boşluğu
mesâ-yı mezbaha-renk: mezbaha renkli akşam
suhûr-ı uryâna: çıplak kayalara
hârâ-yı şemsi: mermer renkli güneş
refref-i hestîye samt olur kaim: varlık giysisinin suskunluğuna hazırlanma
dem-i âlâyiş-i zevâlinde: bitişin gösterişli anında
âfâka: ufuklara
şu’le: ışık
cism-i nâ-ümîde: ümitsiz varlık, cisimler
savt-ı ümmîd-i kalbi: kalbin ümit sesi
Cevf-i hüsrâna: hüsranın boşluğu
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.