32. Sayı

Menim Dilim – Nuh Öztürk

 

Atalarının doru kısraklar, yağız küheylanlarla tozu dumana kattığı bu yolu, tangır tungur homurdanan bir minibüsle alıyordu şimdi.  Atın yelesinde yel gibi esmek yerine bir teneke yığınına mahkûm oluşuna acı acı güldü.  Ağır ahşap bavulu olmasaydı yürümeyi bile göze alabilirdi bu soğukta. Neyse ki uzaktan görünmeye başlamıştı o koca alamet. Çocukluk arkadaşıydı o, ilk aşkını kulağına fısıldadığı sırdaşı, aynı topraktan çıktığı karındaşıydı aynı zamanda. “Senin yüzün ağ olsun.” dedi cama alnını dayayarak. “Dört bir yanın pınar olsun, bağ olsun.”

Minibüsten iner inmez hasretlik giderdiler sarmaş dolaş. Derin derin soludu sonra tertemiz havayı. Heyecanla yerinden oynayacak gibi olan kalbi biraz daha ağırdan almaya başlayınca açtı yumulu gözlerini. “İşte geldim seni yoklamak için, kucağında uyumak için” dedi eteklerine kadar karla örtülü dağa bakarak. Nicedir görüşememişlerdi doğru düzgün. Yolu memuriyet için şehre düşeli baş başa verip dertleşememişlerdi. Bavulunu bırakıp yerden bir avuç kar aldı. İçindeki harareti söndürmek istercesine birazını ağzına boca etti, yüzüne gözüne sürdü kalanını da. Etrafta kimsecikler yoktu, çocuklar gibi şen bıraksa mıydı kendini şu beyaz deryaya?

Eve varıp da kavuştuklarında, annesinin ağzında söz önce dondu şaşkınlıktan, sonra yağ gibi eridi gönül hoşluğuyla. Akşam olup da sofra kuruluncaya kadar bir söyleşmedir gitti diz dize. Şair civanım da gelmiş, dedi durup durup oğluyla kıvanarak. “Ruhu şad olsun, baban Dost’a kavuşalı tenhalaştım buralarda. Sonra sen de gittin,  gurbete doyduğum yer dedin haklı olarak. Bu ocaktan hatıralar kaldı geriye, bizden de geriye söz kalacak artık. Dertlerimiz goy dikelsin dağ olsun.”

Annesi konuştukça geçmişe, çocukluğuna uzanıyordu deyişlerin büyülü ahenginde. Üstünde oturdukları, elvan elvan kilim havalanıyordu da kuş uçuşu hatıralar diyarına uğruyordu sanki göz açıp kapanıncaya kadar. Neden sonra dur, dedi annesi kilimden inerek. Sen seversin, kış için dama serdiğimiz eriklerden getireyim biraz. Söz daha bir tatlandı, yetmezmiş gibi teyzesinin o çok sevdiği bal tatlısını andı. “Hacı hala çayda çamaşır yıkardı, Memmed Sadıg damlarını sıvarken biz aşık oynardık. Çocukken ne hoş, ne gamsız yaşardıg.” Annesi gülerek “Sen gülle boyadığımız o yumurtaları çakgışdırmayı da severdin. Tandırda pişen gabağı, özün yeyip tohumlarını çıtlamayı… Sac içerisinde oynayan kavurgaya hele bayılırdın.”

Zaman hızla geçti, ufuklarda toz kaldı onlar konuşurken, kervan gibi uzaklarda toz saldı. Annesi kalkıp tandırı yakmaya koyuldu güneş iyice inmişken. Sofra kurulana kadar ben de odama geçip, eşyalarımı yerleştireyim, diye düşündü. Odasının perdelerini çekerken onu fark etti. Baştan ayağa bembeyaz kıyafetlerine bürünmüş, el ediyordu dışarıdan. Yine cama dayayıp alnını, karşısında kendisine gücenmiş gibi somurtan dağa, sırdaşına baktı uzun uzun. Yolum seninle zıtlaşalı ömrüm geçdi, gelemedim geç oldu, diye söylendi özür diler gibi. “Yürek der, zaman geçme, aman dur! Geçenlerde gözüm var, bir dayan dur!”

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X