31. Sayı

“Kitap”a Dair – Ersin Bayram

Her dem ehl-i dillerüñ yanında yârıdur kitâb
 Mûnis-i evķâtı yâr-ı ġam-küsârıdur kitâb
                                                                                                                                           Lâtîfî
Fotoğraf Muhsin İlhan

 

Okula başlayan her insanın en çok işittiği kelimelerden biri olan kitap, okur-yazar toplumların temel direğidir. Bu, şüphesiz ki hayatımızı kuşatacak bir kelime ile karşılaştığımızın da habercisidir. Fakat bizde kitap, çok azımız için kuşatıcı bir hüviyete bürünebiliyor. Okur-yazar sayımız tavan yamasına rağmen okur sayımız taban yapıyor. Oysa kitap; zikirden hayata ve bireye yön veren, onu bir kalıba, şekle ve şemâle sokan, ideal bir canlı olması yolunda ona kılavuzluk eden öğretmendir. Bu hâliyle de öğretmenden daha tesirli ve daha uzun ömürlüdür.

Kitap, öncelikle el emeği, göz nuru ve beyin işinin ürünüdür. Bir kitabın ortaya çıkması için ciddi manada mesai harcamak gerekir. Çünkü yazmak sancılı bir iştir. Evvela eserin ortaya çıkması için düşünce harekete geçecektir. Kurguya dayalı bir eser kaleme alıyorsanız dile hâkimiyet, teşbih ve mecazlarınız, tasvir ve tahlil gücünüz ile kurmaca dünyanızın derinliği önemlidir. Günümüzde bazı yazarlar çalışma şekillerini anlatıyorlar. Mesela Tarık Buğra’nın Politika Dışı isimli kitabında, sanatı ve eserinin teşekkülünü anlatan çokça yazısı ve mülakat vardır. Bu konu ile alakalı olarak Türk Edebiyatı dergisinde “Nasıl Yazar Oldular” temalı bir mülakat serisi yapılmış ve bu seri içinde yaşayan yazarlarımızın yazma serüveni belli başlı sorularla irdelenmiştir. Yine yazar veya şairler ile yapılan mülakatlardaki bazı sorularda yazarlık serüveni hakkında bilgi almaya yönelik olabilmektedir. Neyse…

Fikrî bir eser kaleme alıyorsanız iğne ile kuyu kazmaya başlamışsınız demektir. Evvela malzeme toplar ve fişlemeler yaparsınız. Bir kaynak sizi başka bir kaynağa götürür, o da diğerlerine derken günler günleri, aylar ayları ve hatta yılları kovalar ve siz kocaman bir fiş yığını ortasında kalakalırsınız. Malzeme hazırdır da nereden başlayacağınızı bilemezsiniz. Önceden yazılan yerlerin yavanlığı ile beraber müthiş bir keşmekeşin içine düşer; bir zaman iç dünyanızda eser üzerine kurgular yapar; boş boş gezer ve bütünlük kurmaya çalışırsınız. Neden sonra Paul de Man’ın Körlük ve İçgörü isimli eserinde dediği gibi, edebi eseri okudukça beyninizde bir şimşek çakar, bizce taşlar yerine oturur… Bu esnada doğum sancılarınız başlamış demektir. İşe koyulursunuz. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir. Tek sorununuz üslûptur. Çünkü edebî dil ile ilim dili denilen şey farklı olmalıdır. Aksi hâlde tenkite uğrar, değer görmez ve önemsenmezsiniz (Tanpınar müstesna, ona daha laf atan yok!). Bunlardan sonra bir ön söz yazarsınız. Bugünkü ön sözler bir açıdan sebeb-i telif ile irtibatlıdır fakat yine de onları ön sözden farklı görmek gerektiği kanaatindeyim. Çünkü eski eserlerin sebeb-i telif kısımlarında yazarın yaşadığı çekinceler ve izlediği yöntemler belirtilirdi.

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X