35. Sayı

Bir sözcüğün Ölümüne Tanıklık Etmek – Prof. Dr. Mustafa Sarı

Sait Faik Dülger Balığının Ölümü adlı hikayesinde hem balık hakkında bilgiler verir hem de bu çirkin balığın ölüm anını anlatır, uzun uzadıya. Şeffaf bir zarla kaplı olan gövdesinde çivi, keser, kerpeten ve testereye benzer çıkıntılar bulunan ve adını da bu çıkıntılardan alan dülger balığına İstanbullu Rum balıkçılar Hristos balığı diyormuş.

Sevan Nişanyan Hristo sözünün esasında Mesih anlamında olduğunu, Rum ve Bulgar Ortodokslar tarafından kişi adı olarak da kullanıldığını, diğer Hristiyan mezheplerinde ise bu kutsal adın sıradan insanlara verilmesinin tabu sayıldığını söyler.

Rumların Hristos dediği balığın adına ilişkin bir rivayeti de aktarır, Sait Faik. Dülger balığı çok eskiden, balıkçı teknelerine saldırır; tekneleri kesip biçer, doğrayıp atar ve balıkçılara zarar verirmiş. Bu bilgiler, Karaip Korsanları filminin tarihsel ve kültürel kökenlerine de işaret ediyor, galiba. Korkudan ava çıkamayan ve açlıkla yüz yüze kalan Rum balıkçıların imdadına Hz. İsa yetişmiş. Denizin ortasına kadar yürüyen Hz. İsa, kocaman elleriyle en büyük dülger balığını yakalayıp kulağına bir şeyler fısıldamış. Hz. İsa’nın tılsımlı nefesinden sonra dülger balığı, munis, uysal hatta korkak bir balığa dönüşmüş. İstanbullu Rumlar, balığın belindeki küçük çukurda hala Hz. İsa’nın parmak izinin bulunduğuna inanırmış.

Hristiyan halk kültürüne ilişkin bu hoş rivayetten sonra Sait Faik, balığın uzun süren sekerat ve ölüm halini aktarır, okuyucuya…

Bir balığın değil ama bir sözcüğün gözlerimin önünde can çekiştiğini ve öldüğünü gördüm, ben. Peki siz, sekerat ve ölüm haline tanıklık ettiniz mi hiç, bir sözcüğün? Zavallı sözcük önce hastalandı sonra yataklara düştü, sekerat halinde inim inim inledi ve bir daha da kalkamadı. Yıllarca başını bekledi nenem, hasta yatağında. Bazen dua etti, bazen de gözyaşı döktü…

Dilimize yeni giren yabancı sözcükler konusunda çoğumuz duyarlıyızdır. Yeni gelen yabancıyı hemen fark eder ve “Kimdir; neyin nesi, kimin fesidir; nerden gelmiştir ve asıl da ne anlatıyor?” diye meraklanıp didiklemeye başlarız. Köşe yazarları yeni sözcükle ilgili açıklamalar yapar, kalem erbabı sözcüğün meramına tercüman olmaya çalışır, ilgili kurumlar da bu yabancı sözcüğe Türkçe karşılık bulmaya çalışır vs. Ama yazık ki unutulan, dilimizden çıkıp giden daha doğrusu ölen sözcükler karşısında aynı duyarlılığa sahip değiliz. Çoğu zaman farkına bile varamıyoruz, giden bir sözcüğün.

Bu yazıda sizlere, gözlerimin önünde, nenemin feryat ve ağıtları arasında ölüp giden okuntu sözcüğünün hikayesini anlatacağım.

Tarihi kayıtlarımıza göre, sözcüğün kökünü oluşturan “Çağırmak, davet etmek” anlamındaki oku- fiili ilk defa 735 tarihli Bilge Kağan yazıtında geçmektedir. Prof. Dr. Osman Turan “Eski Türklerde Okun Hukuki Bir Sembol Olarak Kullanılması” başlıklı çalışmasında, oku- fiilinin ok ismi ile ilişkili olduğunu, kağan adına haber götüren elçilerin, haberi iletmeden önce kağanın damgasını taşıyan ok’u gösterdiğini söyler. Fiilin bugünkü “kitap okumak, kıraat” anlamı ise ilk olarak Uygur Türkçesi metinlerinde çıkar, karşımıza.

Dikkatli bir derlemeci ve bilinçli bir sözlükçü olan Kaşgarlı Mahmut da tarihi metinlerimizdeki bu anlam sıralamasına bağlı kalarak oku- fiiline önce “çağırmak ve davet etmek” sonra da bugünkü gibi “Kitap okumak” anlamlarını vermiştir. Divanu Lügat’it-Türk’teki bu sıralama, Karahanlı Türkçesinde sözcüğün ilk anlamının daha eski ve daha yaygın olduğunu gösterir.

Yunus Emre’nin divanın 29 defa geçen sözcük, sadece bir örnekte “davet etmek, çağırmak” anlamındadır. Diğer örneklerin tamamında, bugünkü anlamda kullanılmıştır, sözcük:

Dün ü gün iderdim zikir

Zikir kılırdım Hakk’a şükür

Ecel irdi, bizi okur

Esenledim dünyam seni.

 

Aynı durum, 16. yüz yıl şairi Edirneli Nazmi’nin divanında da görülmektedir. Divan şirinde Arapça ve Farsçanın artan etkisine karşı çıkarak Türkçe kelimeler kullanılması gerektiğini vurgulayan ve bu yönüyle Türki-i Basit akımının öncüsü sayılan Edirneli Nazmi de sözcüğün “kitap okumak” anlamını daha sık kullanmıştır. Ancak aşağıdaki beyitte olduğu gibi az sayıda örnekte sözcüğün “çağırmak, davete etmek” anlamı görülmektedir. Beyit mealen “İnsanlar kendi çıkarları için size hak ettiğinizden fazla iltifat edebilirler; dikkatli olun, buna kanmayın.” demektedir:

 

Eşek kim düğüne okuna pes ya

Demişlerdir ya oduna ya suya

 

Devamı için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X