Şukûfe Nihal 1896 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Babası, V. Murad’ın baştabibi Emin Paşa’nın oğlu Miralay Ahmet Bey, annesi binbaşı Şevket Bey’in kızı Nazire Hanım’dır. Babasının görevi dolayısıyla çocukluğu Şam, Beyrut, Manastır ve Selanik’te geçtiği için, düzenli olarak bir okula devam edemez.
Ancak kendisinin okumasını çok isteyen babasının desteğiyle, özel hocalardan Fransızca, Arapça, Farsça ve pozitif bilimlerle ilgili dersler alır. Dönemin ileri gelenlerinden olan babası Miralay Ahmet Bey’in evde düzenlediği toplantılarda tanıdığı devlet adamları, şairler ve yazarlardan aldığı ilhamla, küçük yaştan itibaren memleket meseleleriyle ilgilenmeye başlar. İlk yazısı henüz 13 yaşındayken Mehasin gazetesinde yayımlanır.
1912’de babasının isteği üzerine ilk eşi Mithat Sadullah [Sander] ile evlenir. Ancak Şukûfe Nihal okuma aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Oğlu Necdet dünyaya geldikten kısa bir süre sonra eşinden ayrılır. 1914’te açılan kadınlara özel, öğretim süresi üç yıllık bir üniversite olan İnas Darülfünununun Edebiyat bölümüne, 1916’da girdiği sınavı kazanarak kaydolur. Son sınıfta Coğrafya bölümüne geçer ve
1919’da oradan mezun olur. Mezun olduktan sonra, 1953 te istifa etmek suretiyle emekli olana kadar geçen yorucu ve yıpratıcı süreçte, çeşitli okullarda edebiyat, coğrafya ve tarih öğretmenliği yapar.
Üniversite son sınıftayken, kendisi de Coğrafya bölümünde okuyan ikinci eşi politikacı Ahmet Hamdi Bey [Başar] ile tanışır. Sevdiği insanla sadece duygu birliği değil, düşünce birliği de edebilmek gerektiğine inanan Şukûfe Nihal, savaş sonrası mücadelede birlikte rol aldığı Ahmet Hamdi Bey’le evlenir. Bu evlilikten kızı Günay dünyaya gelir. İnce ve hassas bir mizaca sahip olan Şukûfe Nihal, yoğun bir mesaiyle çalışan ve kendini politikaya iyice kaptıran, sanat ve edebiyatla pek ilgisi olmayan Ahmet Hamdi Bey’le 35 yılı aşkın bir zaman diliminde sürdürdüğü evliliği sırasında giderek yalnızlaşır. Bu dönemde onu besleyen en önemli kaynak, evinde aksatmadan düzenlediği ve devrin hemen hemen bütün önemli edebiyatçılarını bir araya getiren, yeni şiir ve yazıların okunup tartışıldığı seviyeli toplantılardır. Sessiz bir yapıya sahip olan Şukûfe Nihal, bu toplantılarda konuşmaktan çok dinleyici olmayı tercih eder. Emekli olduktan sonra, kendisini tamamen edebiyatla uğraşmaya adar. 1950’li yılların sonlarında evliliğini daha fazla sürdüremeyeceğini anlayınca, eşi Ahmet Hamdi Bey’den ayrılır.
Sosyal konulara çocukluğundan beri ilgisiz olmayan Şükûfe Nihal bir yandan çeşitli dernek faaliyetleri içinde bulunurken, diğer yandan devrin neredeyse bütün önde gelen gazete ve dergilerinde yazar. Asrî Kadınlar Cemiyeti, Kadınlar Halk Fırkası ve Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti faaliyetlerini sürdürdüğü topluluklardandır. Türk Kadını, Haftalık Gazete, Yeni Mecmua, Hayat, Süs, Dergâh, Kadın Yolu, Cumhuriyet, Ülkü, Tan, Çınaraltı, Kadın Gazetesi, Türk Yurdu gibi gazete ve dergilerde, şiirlerini ve özellikle kadınların problemleri ile çözüm yolları gibi meseleler üzerinde durduğu makalelerini yayınlar.
Şukûfe Nihal’in büyük hayranlık beslediği ve kendisine örnek aldığı şair, Tevfik Fikret’tir. Düz yazıda ise Halit Ziya’dan etkilendiğini belirtir, önceleri Servet-i Fünun dönemi şiirini kendisine örnek alır. Bu sebeple daha bireysel temalı ve aruz vezniyle şiirler kaleme alırken, daha sonra hece veznini benimseyerek sosyal içerikli şiirler yazmaya yönelir. Duygusal karakterinin de etkisiyle şiirlerinde bütün temaları kuşatan bir hüznün varlığı sezilir. Etrafını iyi gözlemleyen Şukûfe Nihal’in makale ve romanlarında ise, sorunları ortaya koyup çözüm yolları gösteren idealist bir hava hâkimdir.
Durup dinlenmeden çalışan Şukûfe Nihal için 1962’de Kadıköy’de geçirdiği trafik kazası adeta sonun başlangıcıdır. Peş peşe geçirdiği ameliyatlara rağmen durumu değişmez, hatta daha da kötüleşir. Nihayet koltuk değneklerine mahkûm olan yazar için bu durum öylesine üzücüdür ki, âdeta hayata küserek yatağından bile çıkmaz hale gelir. 1965’te dostlarının aracılığıyla Bakırköy’de bir huzurevine yerleşerek inzivaya çekilir. Kızının ölümü, oğlunun ilgisizliği, dostlarının kendisinden uzaklaşması neticesinde konuşmamaya ve teslimiyet içinde ölümü beklemeye başlar. Suskunluğunu ölümüne kadar hiç bozmaz. Hayat iksirini, her zerresinde edebiyatın solunduğu bir atmosferden alan Şukûfe Nihal, giderek soluksuz kaldığı bu dünyadan 24 Eylül 1973’te ebediyen ayrılır. Cenazesi Aşiyan mezarlığında toprağa verilir.
Eserleri
Şiir: Yıldızlar ve Gölgeler (1919), Hazan Rüzgârları (1927), Gayya (1930), Su (1935), Şile Yolları (1935), Sabah Kuşları (1943), Yerden Göğe (1960), Şiirler (1975 – Şairin ölümünden sonra oğlu Necdet Sander tarafından, şiirlerinden seçmeler yapılarak hazırlanan bir eserdir.)
Roman: Rensiz Istırap (1926), Yakut Kayalar (1931), Çöl Güneşi, Yalnız Dönüyorum (1938), Çölde Sabah Oluyor (1951)
Gezi: Finlandiya(1935), Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946),
Öykü: Tevekkülün Cezası (1928)
Kaynak: Şukûfe Nihal, Domaniç Dağlarının Yolcusu, Timaş yay. s.5
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.