35. Sayı

Değişen Zaman ve Zemin Arasında Birkaç Üdeba – Esra Güngör

Padişahım! Gelmemişken yâde biz, 
İşte geldik senden istimdâde biz,
Öldürürler başlasak feryâde biz,
Hasret olduk eski istibdâde biz.

Süleyman Nazif

 

Refik Halid Karay’ın Ago Paşa’nın Hatıratı adlı eserinin ilk sayfalarında kurmaca ve gerçekliğin bir arada olduğu bir metin vardır. Bu metin papağan türünde bir kuşcağıza yap(tır)ılan muameleler üzerinden Osmanlı’nın son yıllarında büyük bir hızla değişen siyaset ve düşünce dünyasına ayna tutar.

Ago Paşa adındaki papağan tabiatı gereği ne söylenirse, ne duyarsa onu ezberler ve söyler. İlk olarak kaldığı kuşçu dükkânının karşısında Millet Bahçesi adında bir bahçe vardır. Gelip geçenlerden işite işite “Millet Bahçesi’ne gidelim!” diye söylenir. Çok geçmeden iki zabit gelir ve emir verir. Dükkâncı yalvar yakar af diler. Bu olaydan sonra Ago Paşa’ya “Millet kelimesini ağzına alırsan senin dilini koparırım.” der ve artık “Belediye Bahçesi” demesi için Ago Paşa’yı talim ettirir. Aradan bir ay geçer “Padişahım çok yaşa!” diye söylenir. Ago Paşa bu talim üzerine altın kafeslere konularak hizmetine haremağaları tayin edilir. Aradan 32 yıl geçer. Ago Paşa bu talimi sebebiyle azarlanır ve ona “Padişahım çok yaşa!” yerine “Yaşasın hürriyet, yaşasın millet!” sözü talim ettirilir. Bu talim üzerine Ago Paşa’ya en iyi şartlarda bakılır. Aradan yine zaman geçer “Yaşasın cemiyet! Yaşasın Niyazi! Yaşasın Enver!” talim ettirilir. Zamanla bu “yaşasın”ların yanına sırayla Kâmil Paşa, Harp, Cemal Paşa, Zaferi Nihai, Mütareke ve Kuvayı Milliye gelir. Her defasında Ago Paşa azarlanarak devre tahakküm eden kişi veya olaylar talim ettirilir ve kendisinden sonra tahakküm edecek fikir veya kişiler gelene kadar altın kafeslerde şamfıstıklarıyla beslenir.  Ago Paşa’nın insanlardaki bu hızlı değişime yorumu ise “Ah, bu insanlar, ne akıl ermez mahluklar! Daha dün beni bu sözümden dolayı okşuyorlardı, bugün ise sövüyorlar!” (Karay, 2017) şeklindedir.

İşte Osmanlı’nın son yıllarındaki zamanın ve zeminin değişim hızı… Öncelikle bu değişimin temelini selefin önce halefe sonrasında cemiyete ve devrine olan etkisinde aramalı. Her devir, bünyesinde barındırdığı fertler ve fertlere ait özellikleri yansıtır. Sultan II. Abdülhamid’in nitelikleri de devrinin tahakküm eden fikridir. İstibdat da II. Abdülhamid devrinin neticesidir. II. Abdülhamid’i değerlendirirken bir padişah olarak değil de yaşamı özellikle şehzadeliği boyunca yaşadığı, şahit olduğu olayları göz önünde bulundurmalı. II. Abdülhamid, şehzadeliği sırasında birçok olaya şahit olmuş, bu olayları iyice gözlemlemiştir. II. Abdülhamid, kendisinden önce biri amcası biri ağabeyi olmak üzere iki padişahın halline şahit olmuştur. Bu durum kendisinde hal edileceği korkusuna da sebep olmuştur. Bu tecrübelerin neticesi II. Abdülhamid’in devrinde uyguladığı istibdat olarak görülebilir. II. Abdülhamid’in hal edileceği korkusuyla tahta çıktığında karşısındaki kadroyu dağıtması, Midhat Paşa’nın ölümü gibi olaylar bu davranışın neticesidir. (Uzunçarşılı, 2021) Bu davranış, hal edilen padişahtan sonra gelen padişahın alışagelmiş bir davranışıdır. II. Abdülhamid’in Hafiyelik Teşkilatı ve Encümen-i Teftiş ve Muayene Maarif Nezareti gibi uygulamaları da bu neticelerdendir. Cemiyette kimi jurnallenme korkusu taşırken kimisi için de jurnalleme ekmek kapısı olmuştur.

II. Abdülhamid şehzadeliği sırasında hem matbuatın gücünü hem de rical-i devletin bir diğer yüzünü görmüştür. Bu yüzden II. Abdülhamid matbuatın gücünün de farkındadır; bunun için de kurdurduğu Encümen-i Teftiş ve Muayene Maarif Nezareti ile matbuat hayatına kısıtlamalar getirir. Birçok gazete sansüre uğrayarak tatil edilir. Neticede matbuat hayatında yayın hayatına devam eden gazete sayısı çok azdır. Bu yönetim tarzı insanların rahatça düşüncelerini ifade etmelerine engel olur. Bu yüzden birçok edibin yazıları ve şiirleri el altında dolaşarak okunmuştur. Bunlardan belki de en önemlisi Tevfik Fikret’in Sis şiiridir. Sis şiiri bu müthiş karamsarlığı konu edinir. Elden ele gezen ve fısıldayarak okunan bu şiirde, istibdadın İstanbul üzerindeki karanlık, boğucu baskısı kelimelerle tasvir edilir. Bu köhnemiş şehir, bütün kirli nazarları, levsleri kendinde barındırır. Bu tasvir edilen mekân Sultan Abdülhamid istibdadının İstanbul’udur. Fikret’in Âşiyan’ından İstanbul’un sisler altında kalan görüntüsü Fikret’in hissettiği karamsarlık duygusuyla birleşmiştir. Bu şehir baştan başa “Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu‘”dur.

Devamı için lütfen satın alınız.

 

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X