31. Sayı

Binnur – Nisa Eser

Geçti ömrüm iklimden iklime
Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasında
Yorgunum, kahvem çamur gibi
Batmaya da razıyım, artık beni anla
Yeter ki sen beni
Hiç yaşamayacağım bir romanın kollarına atma.
                     Didem MADAK

“Senden sonra çok şey değişti hayatımda; şiir zevkim değişti mesela, artık yatarak okumuyorum kitapları, ellerim üşümüyor, sık sık dalıyor gözlerim, geceleri korkuyorum uyanamamaktan; uyuyamıyorum bu yüzden, gözlerin neden şiş sorusuna bahanelerim artıyor gerçi. Daha fazla gülüyorum gün içinde, olmadık zamanlarda aklıma gelişlerini boş veriyorum. Geriye dönmeye yeltendiğim zamanlarda boğazımda kalan düğümlerde sıkışıp kalıyorum. Ailemden daha çok uzaklaştım senin yokluğunda, sebebi sen değilsin sakın yanlış anlama beni; sadece yalnızlığı daha çok sevdiğimi anladım. Bunlar senin için pek önemli değil farkındayım ama yine de bil istedim.”

Sildi Süleyman yazdıklarını, bir hikâyeye böyle başlanmazdı çünkü. Merhaba kadar zarif kelimelerle girilmeliydi öyküye.  Bir isim bulmalıydı kahramana; az, öz, huzur verici, hissettirici ve duyumsayıcı bir isim. Hep şaşırıyordu Süleyman, yazarların bulduğu kahraman isimlerine zaten: Mona Roza, Rükneddin, Ömür Hanım, Anna, Annabel Lee, Sitare, Rüveyda, Gülnare, Gülbeşeker…

Girift ve dilsiz hissediyordu bu arayışın içine girdiği zaman. Diğer öykülerinde kullandığı isimler içine hiç sinmemişti, yavan kalıyordu kalbinin bir köşesinde tüm isimler. Yerinden kalkıp kendine bir dibek kahvesi yaptı. Kaldığı küçücük odada kaçıncı yüzyılın kaçıncı pazarında olduğunu bilmeden bilgisayarın başında öykü telaşına düşmüştü. Dibeğin kokusu Harput’a götürdü onu kısa bir süreliğine. Zihnindeki kodlamalarından biri de bu kokuydu. Süleyman çeşitli müzikleri, kokuları, şiirleri, nesneleri kendi ruhunda ait olduğu yere kodlamıştı. Dibek kahvesi Elazığ’a götürürdü onu, depremden sonra gittiği yıkık şehrin kokusunu içine çeker gibi olurdu. Metin Altıok’un “Kuşlu Gazel”i ayrılığı hissettirirdi, lisede gönülden bağlandığı bir öğretmeni veda ederken ona bu şiiri okumuştu. Yufka ekmek çocukluğunu hatırlatırdı, beş karış boylarıyla avludaki köpekten şekerli yoğurtlu yufka dürümlerini saklamaya çalıştıkları gözlerinin önüne gelirdi. Süleyman, Harput eşliğinde kahvesini yudumlarken yazacağı öyküye yeni bir giriş yapmaya çalıştı.

“Kulaklığını çıkardı usulca, kendine gelmek için gözlerini ovuşturdu. Nerede olduğuna anlam veremedi önce, ardından camdan dışarı baktı. Balışıh Tren Garı tabelasını görünce rahatladı. Çantasından suyunu çıkarıp bir hamlede dikti tepesine. Ağır ağır hareket eden trenin kokusu bir an ağır gelmişti, dışarı çıkıp hava almayı istedi fakat kondüktörün dışarıda yolcu kalmasın naralarını işitti.

Uyuyakaldığına pişman oldu yine. Ayağa kalktı sendeleyerek, vagonun sonundaki tuvalete gitti. Pasaklı aynada gördüğü yüze çok yabancıydı. Cımbız değmemiş kaşlarına baktı İbrahim. Esmer teninde kömürle boyanmış gibi kara kara duruyorlardı. Çökmüş yüzünde iri sayılabilecek bir burna sahipti. Devirdi gözlerini, elleri sakallarını buldu aniden. Tıraş olması gerektiğini hissetti. Hafif dolgun dudaklarını kaplayan bıyıklarından rahatsız olmuştu ilk defa. Baygın bakan gözleri aynada onu hep mağlup ediyordu. Donuk siluetini görmezden gelip musluktan akan soğuk suyu yüzüne çarptı. Silkelenip kendine gelince tekrar aynada kendini seyretmek istedi fakat ağır sidik kokusuna dayanamayıp koltuğuna geri döndü ”

 

Devamını okumak için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X