35. Sayı

Aydınlar, Sorunlar, Tavırlar – İkbal Vurucu

 

Sosyal yapı, içinde yer alan farklı edimci ve bunların işlevlerinin karşılıklı etkileşimi ve ilişkisinden meydana gelmektedir. Sosyal kurumların kendi özgül ve özgün görünümleri, birbirleriyle olan karşılıklı ilişkileri, işlevleri gerek bireysel gerekse grupsal düzeyde davranışsal etkileri söz konusudur. Her bir edimcinin işlevi mevcut bütünlük içinde birbirine bağımlı ve bağlı bir şekilde işler, gelişir, değişir, anlamsal bir bütünlük gösterir. Jeo-politik ve jeo-kültür alanında sosyal yapının unsurları arasındaki uyum ve işlerliğin sürekliliği millî güvenlik açısından vazgeçilemez bir önemdedir. Uluslararası ilişkilerde de stratejik açıdan millî güç unsurlarının etkin ve etkili bir biçimde kullanılabilmesi için ortak bir amaç, hedef birliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bütünlük, ortaklık, iş birliği, dayanışma gibi ilişki biçimleri bu süreçte hedefe ulaşabilmek için farklılık, çatışma, rekabet gibi ilişki biçimlerini önceler. Bu noktada sosyal yapının niteliği ve işlerliği ile uluslararası ilişkilerin arasında karşılıklı bir tamlaştırma işlevi vardır. Sosyal yapı içinde bu süreçlerin işlerliği boyunca yönlendirme, kontrol, düzenleme gibi işlemler aydın-entelektüel seçkinler grubunun görevlerindendir. Bu sosyal grup, sosyal yapının işlevselliği ve işlerliği noktasında yapının merkezî unsurunu oluşturur. Yapının beyni niteliğindeki yönetici-aydın grubundaki bir zafiyet bütünselliği olumsuz etkiler. Devlet politikalarında uzun vadeli ulaşılması hedeflenen amaçlarda topyekûn bir güç birliği öncelikli şarttır. Böyle durumlarda farklı görüşler, yaklaşımlar, dikotomik yapılar bünye içinde ortaklıklara doğru kanalize edilir veya edilmelidir.

Toplumsal hissiyatın ve duyarlılıkların tezahür edişini aydın sınıfında gözlemlemek açısından Türk aydınının başarılı bir performans sergilediğini mevcut koşullarda maalesef iddia edememekteyiz. Sosyal yapının unsurları arasındaki ilişki ve etkileşim alanlarının bu sınırlılıkları son kertede etkileri ve sonuçları açısından toplumun tamamını kapsayan bir niteliğe sahiptir. Düşünce ve yaklaşımlarının meşruiyetini toplumsalda daha doğrusu kendi yaşadığı toplumda ve mensubu olduğu kültürde değil de başka toplumlarda aramak, toplumunun hassasiyet ve kaygılarına da yabancılık, ilgisizlik olarak temayüz eder. Toplumun yaşadığı her boyutta gerilim alanlarına karşı bir kayıtsızlık alanı üretir.

Sözü edilen bu tavırlar ve duruşun sosyo-psikolojik temelinde tarihsel mücadelede yorulmuşluk, ideolojik ve fikrî planda kendini yenileyememenin verdiği yetersizlik, politik alanda kendinden daha güçlü ve prestijli ittifakların varlığından yoksunluk ve bunun verdiği çaresizlik duygusu, yaptığı mücadelede beklenti hâlindeki “ödül”-iltifat kazanımlarının yetersizliğini öncelenen sebepler içinde sayabiliriz. Bu durum aslında millî güç unsurlarının arasındaki yapı ve işlev dinamiklerinin karşılıklı olarak olmaması gereken kopukluğun bir yansıması olarak değerlendirebiliriz.

Türk(iye) aydınıyla ilgili olarak yapılacak bir çözümlemede öncelikle ortaya konması gereken nitelik sol, liberal, İslamcı aydınların bu sıfatlarına mündemiç Batıcılıktır. Kendi toplumunu, kültürünü, değerlerini, dinini, siyasi yapısını, geleneğini ve bütün tarihsel temelli özgünlüğünü Batı merkezli olarak anlamlandırma ve değerlendirmeye tabii tutmak diğer niteliklerine göre öncelenen vasfıdır. Bu epistemolojik ve aksiyolojik referans kaynağı olarak Batıcılık “Bizim” “öteki” karşısında her hal ve şartta bir acziyet, zafiyet, zayıflık membaı olmuştur. İçinde yaşadığı kendi tarihsel kültürel kodları ekseninde bir algılama yerine öteki toplumların kültürel iklimi doğrultusunda bir referanslama düzeneğinde sorunları tanımlama ve anlamlandırma eylemi gerçekleştirilmektedir. Türk aydınları hakkında isabetli teşhislerin sahibi olarak Erol Güngör: “Milletimizin tekrar kudret ve itibar kazanmak için yaptığı mücadelede önderlik yapması gereken münevver, nasıl olup da bir manevi sefalet içine düşmüş, düşmanına boyun eğerek hürriyete kavuşacağını düşünecek kadar hezeyan eder olmuştur?”[1] diye sorar. Aydınlarımızın şahsiyeti hakkında bu hüküm yetmişli yıllarda verilmişti ve maalesef geçerliliğini bugün de sürdürmektedir.

[1] Erol Güngör, “Türk Kültürü ve Millîyetçilik”, İstanbul, Ötüken. 1993 s. 66

Devamı için lütfen satın alınız.

Leave feedback about this

  • Rating

PROS

+
Add Field

CONS

+
Add Field

X