ERDAL ERZİNCAN: TÜRKÜDÜR BİZDE FELSEFENİN ADI!
Söyleşi: Musa GÖÇER
Edebice 20. sayı’dan…
Uyandım dağlarda duman, seher vakti ovada bir kutsal tütsü çağırır beni el aman. Yolculuk var türkünün kalbine kalk durma hazırlan. Biletim kesildi Hatay’dan, dostlar aldı İstanbul’dan. Menzilim Erdal Erzincan. Hep uzaktan sevmiştim onu hani biz doğulular hep uzaktan sevmelerde birinciyiz ya. Şimdi hem aşığı olduğum şehrin hem ustanın keyifli olacağını düşündüğüm muhabbetinin sıcaklığı sardı canımı. Türküler canda candı bunu en iyi bilenlerden biri de bu candı.
Ah bu türküler yok mu!
Deli Çoruh yeşil yeşil akarken
Kaçkar’ın başında kar olur türkü
Düğünde sevdalar yürek yakarken
Kol kola girer de bar olur türkü
Sazı omuzunda gezer dolaşır
Bir lokma ekmeği dostla bölüşür
Kerkük’ten uzanıp Kars’a ulaşır
Aşığın elinde tar olur türkü
Ürgüp’ten de çıktığını bilirler
Araba kırılır yolda kalırlar
Bu aleme ıslah için gelirler
Semaha dönerken pir olur türkü
(Bekir KARADENİZ)
Vardım menzile Maltepe’de bir saz evi. Duvarda Pir Sultan gibi boynundan asılı ölüme gülümseyen o tanıdık yüzler. Hal hatır sorar, gidenden haber eder, dönmeye ağlar gibi. Yâr elinden tutar, dağlara çıkar gibi. Ferman padişahınsa dağlar bizimdir der gibi…
Turnalarla diyar diyar dolaşır
Koyun olur ardı sıra meleşir
Gizli gizli tenhalarda buluşur
Bir kiraz dibinde yar olur türkü
Emrah’ın tütünü arşa çıkarsa
Bir ah edip Kerem gibi yakarsa
Gün gelir de hayatından bıkarsa
En son gideceği yer olur türkü
(Bekir KARADENİZ)
Türkülerin ustası henüz gelmemiş. Sizi bekliyorduk hoş geldiniz diyen Doğu edalı bir sima buyur etti oturdum bir köşeye. Çok sürmedi mekâna giriş yaptı beklenen dost. Hani çocukluğunuzun beraber geçtiği lakin araya uzun yılların girdiği bir insanı görür de araya hiç ayrılık girmemiş gibi sarılırsınız ya. İşte öylece sarıldık birbirimize. Çok garip bir o kadar da tarifi imkânsız bir hazdı. Sanki bir Sümmani türküsünün iki dörtlüğü gibiydik. Hani Mehmet Âkif diyor ya;
Ezelden âşinânım ben, ezelden hem zebânımsın
Beraber ahde bağlandık ne olsan yâr-i canımsın
Ne olsan zerrenim, kalbimde hâlâ çarpar esrârın
Gel ey cânan, gel ey cân, kalmasın ferdâya dîdârın
Ortak noktamız türküler. Türküler sevdamızdı. Sevdalı olduğumuz ise mah cemaline bir nikap çeken soylu güzel Anadolu idi. Gülümsüyordu lakin neden gülümsediğini çözmeye çalışıyor, o ezelden aşinalığın hikmetine sayıyordum bu hâli. Bir üst kata çıkıp küçük bir mutfağı mekân tuttuk kendimize. Bir ünlüyle değil hemen her gün kahvesini o mekânda içen deli bir şair edası vardı üzerimde. Evimde gibi rahat, sılamda gibi tanıdıktı her şey.
Günün ilk kahvesi ile alınan izinden sonra kahvenin o değişmez yoldaşını ataşa verip ilk soru ile başladık ceme. Ve ilk sorum ile şaşkın bir Erdal Erzincan belirdi karşımda. Nerde doğdunuz? Kaç yılında doğdunuz? Hiç tarzım değildi olmayacaktı.
Hocam mızrap tele her değdiğinde yüreğe değmediğini görüyoruz. Mızrap tele her değdiğinde yüreğe değmesi için ne gerekiyor? Ne eksik mızrabı tele değdirip de yüreğimize değdiremeyenlerde?
(Erdal Erzincan ile bir söyleşiye onun atar damarlarına girer gibi girmek gerekiyordu. Bunu da iyi yapabilecek kadar tanıyordum onu. Kısa bir şaşkınlığın ardından gülümseyen bir eda ile aldı sazı eline söyledi sözü bu garibe.)
Erdal Erzincan: Soru güzel hem de çok güzel lakin zor bir soru. Tele vurmadan önce o sesin nasıl çıkacağını ve dinleyen gönülde nasıl bir iz bırakacağını hayal etmeli tele vuran. Önce hayal etmeli sonra tele vurmalı bağlamayı çalan. Önce hayal ederek mızrabı tele vurduğunuzda iç dünyanızı dinleyene aşikâr edersiniz. İşte o aşikârlık dinleyici ile aranızda bir gönül bağı kurar ve bu bağı kimse koparamaz. Demem o ki el mızraba değmeden gönül gönüle değmeli.
Devamı İçin Lütfen Abone olunuz…
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.