İlliyyîne Yâhut Zemine Bir Nazar
1
Ey muktedir, ey kaadir-i mutlak olan Allah
Hayrân oluyor kudretine, sun’una İnsân
İnsân oluyor kudretine, sun’una hayrân
Gördükçe şu ecrâm-ı semâvâtı şebân-gâh
2
Mevcûd olamaz kendiliğinden bu eserler
Masnû’u görüp sâni’i inkâr hatâdır
Mevcûdların mûcidi bizzat Hüdâ’dır
Yerler bunu söyler bana, gökler bunu söyler
3
Her yıldız ulûhiyyete burhân-ı dırahşân
Her bir çiçeğin manzarası şâhid-i ra’nâ
Her yaprağı her bir çiçeğin hâiz-i manâ
Zâhirdir ulûhiyyetin ey Haalik-i zî-şân
4
Her bir küreye kuvve-yi cezbiyye veren sen
Meydanda senin kudretin ey Kaadir-i Mutlak
Durdurmadasın sâbiteler gökte muallak
Seyyâreleri öyle dem-â-dem çeviren sen
5
Yek-pâre iken şems ile seyyâreler evvel
Bir kuvve-yi def’iyye ayırmış bu nücûmu
Bir kuvvete meczûb olarak sonra umûmu
Devr eylemeğe başlamış ol şemsi mükemmel
6
Kevkeblere nisbetle büyük olsa da bil-farz
Bir şey olamaz nâ-mütenâhîliğe nisbet
Nisbet edilirse bilinir ayn-i hakîkat
Bir zerre kadar belki değildir küre-yi arz
7
Bir kütle yi nâriyye iken arz mukaddem
Gittikçe edip kesb-i burûdet ve salâbet
Hayvân ü nebât eylemiş en sonra da neş’et
Gelmiş, türemiş silsile-yi Hazret-i Âdem
8
Volkanlar ile, zelzelelerle o zamanlar
Tufân-ı kazâ âlemi zîr ü zeber etmiş
Sahrâları bahre çevirip bahri ber etmiş
Alt üst ederek âlemi kerrât ile anlar
9
Bin kalıba koymuş da anı öyle kazâlar
Andan küremiz münkasem olmuş tabakâta
Olmazdı müsâid küre-yi arz hayâta
Sonra bereket versin azalmış o belâlar
10
Âfât-ı semâviyyeye karşı bile insân
Âlât-ı tahaffuz buluyor eyliyor îcâd
Etmekte bütün yırtıcı hayvanları münkaad
Her kuvvete gâlib geliyor kuvve-yi irfân
11
Vaktiyle muhâl olduğuna hükm olunan şey
Etmekte bugün sâha-yı imkânda tecellî
Evvelleri çok mes’elenin sûret-i halli
Meçhûl idi; ma’lûm oluyor şimdi pey-â-pey
12
Çok sırları keşf eylemeğe muktedir âdem
Vardır nitekim çok hikemiyyâta vukuufu
Bilmekle fakat olmuyor âhâd ü ülûfu
Kevkeblerin a’dâdına vâkıf mıdır âdem?
13
Meçhûl ibâda hele, ey Hâlik-i ma’bûd,
Hilkat… Ne büyük sır! Ne kadar güç bu muamma!
Bir kimse bunu kaabil-i hail görmüyor asla!
Ecrâm, semâda ne zamandan beri mevcûd?
14
Yâ Rab! Bu semâvâta aceb yok mu tenâhî?
Yâ gaayeti de var mıdır âyâ bu fezânın,
Varsa sonu bu sahâ-yı pehnâ-yı semânın,
Bir sûr mu vardır o nihâyette İlâhî?
15
Mahdûd değil nâ-mütenâhî imiş eflâk
Hayret ki birer âlem imiş gördüğüm ecrâm!
Lâkin bu avâlimde eden var mıdır ârâm?
Erbâb-ı fünûn etti mi bilmem bunu idrâk?
16
Varmış bu da müsbet ki havâ ba’zılarında
Anlarda hayâtı bu husûs eyliyor ispât.
Fennen bilinir, anlaşılır şey mi bu? Heyhât!
İnsan dahi var mı acebâ ba’zılarında?
17
Anlarda dahî farz edelim nev’-i beşer var
Gel anla : Ne yolda geçinirler, ne yaparlar?
Allahü Teâlâ’ya mı anlar da taparlar?
Düşvâr bunun künhünü bilmek bize düşvâr!
18
Yâ Rab bunu tedkîk bize fâide vermez
Takdirine de kudretinin kudretimiz yok
Müstevcib-i hayret olacak çok eserin çok
Hayrân oluruz pek o kadar aklımız ermez
19
Şensin bilen en doğrusunu biz ne bilirsek
Hakkıyle bilirsek eğer hey’etl hattâ
Esrârına vâkıf olamaz fikrimiz asla
Kaabil mi senin esrârını bilmek?
İsmail Safâ (1888)
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.