Galib Muhammed, Mustafa Reşld’in oğludur. Mustafa Reşîd, Şâhidî’nin 957 H. de (1550) “Tuhfe”sini Arapça’ya çeviren, Vankolı lügati basılırken tashih işini yapan Safiyyullah Mûsâ Dede’ye (1157 H. 1744) intisab etmiş, bir Mevlevîdir. 1216’da (1801), yâni Galib’in vefatından üç yıl sonra vefat etmiştir. Mezar taşında dolama destarlı Mevlevî sikkesi vardır.
Buna nazaran kendisine destar verilmiş, yahut Mevlevî halifeliği derecesine yükselmiş bir zattır. Aynı zamanda kitabesinden, birçok Mevlevî büyüğü gibi Melâmîliğe de (Hamzavîliğe) intisâb etmiş ve “kibâr-ı muhakkıkıyn-ı Melâmiyyeden ârii billâh” sayılacak kadar tanınmış olduğunu da anlıyoruz. Galib’in annesi Emine, babasının arka tarafında yatmaktadır ve mezar taşındaki Galib’in târih kıt’asından anlaşıldığına göre 1209’da (1794-1795), yâni Galib’in vefatından dört yıl önce vefat etmiştir. Büyük babası Muhammed de Mevlevîdir ve Arifî Ahmed Dede’ye (1137 H. 1724) mensuptur.
Galib 1171’de (1757-1758) İstanbul’da, Mevlevihane kapısı civarındaki bir evde doğmuştur. Doğumuna “Eser-i aşk” ve “Cezbet’ Allah” terkipleri tarih düşürülmüştür. İlk terkibin, Dilâver Ağazade Vahid (1175 H. 175S) tarafından düşürüldüğünü Muallim Naci bildirmektedir; Galib de bu terkibi divanında anar; fakat kimin olduğunu açıklamaz.
Galib, ilk tahsilini babasından görmüş, zamanında Farsça üstâdı tanınan ve birçok şâire farsça okutan, mahlâslar veren Mevlevi ve Nakşi Neş’et Süleyman’dan da(1222 H. 1807-1808) faydalanmıştır. Neş’et, Galib’e “Es’ad” mahlâsını vermiş, Galib de otuz yedi beyitlik bir kasideyle şükrânını bildirmiş, onu “üstâd-ı cihan” diye övmüştür. Dîvânında, Neş’et’e, adını anarak yazdığı nazireler de vardır; onun bir matlaını terci’ hâline getirdiği gibi bir gazelini de tahmis etmiştir.
Yirmi dört yasında Divân-ı Hümâyun kaleminde bir müddet hizmet etmiş, aynı yaşta divânını terlib etmiştir ki Vak’anüvîs Pertev, divanın tertibine 1195 yılını (1781) gösteren bir tarih de düşürmüştür.
II. Ebû-Bekr Çelebi’nin (1198 H. 1784) son zamanlarında Konya’ya gidip çileye soyunmuş, 1201 Ramazan ayının yirmi beşinci günü (1787), çilesini İstanbul’da, Yenikapı Mevlevîhanesinde, Ali Nutkıy Dede’nin (1219 H. 1804) şeyhliği zamanında bitirip hücreye çıkmıştır. Çile, binbir gün olduğuna göre 1184 yılının sonlarında çile çıkarmaya ikrar verdiğini anlıyoruz. Çilesini tamamladıktan üç yıl sonra, Eyüb’ün karşısındaki Sütlüce’de, XVI. yüzyıl Mevlevî büyüklerinden Yusuf Sine-çâk’in kabrine bakan evine çıkmış, 1205 (1791) yılına kadar münzevi bir hayat geçirmiş, kendisini ilme vermiş, eserlerini yazmıştır. Aynı yılda, Nûman Bey’in (1213 H. 1798) azlinden açık kalan Kulekapısı (Galata) Mevlevihânesine şeyh tâyin edilmiş, sekiz yıl kadar bu dergâhın şeyhliğinde bulunup 1213 Recebinin yirmi yedinci cuma gecesi (4. I. 1799) kırk iki yaşında vefât etmiş, ertesi günü, Mesnevi şârihi Ankaravî Rüsûhî Ismâil’in türbesinde, ayak ucuna defnedilmiştir. Sürûrî, vefatına, “Geçdi Galib Dede candan yâhû” mısraını tarih düşürmüştür. Galib’e mensub olduğunu sandığımız Halim, Galib’in vefatına biri tam, öbürü, bir beyitle lafzî ve mânevî mücevher olarak iki, Vak’a-nüvis Halil Nuri Bey o&lu Nebil Muhammed de (1235 H. 1819) bir tarih düşürmüştür. Işkodralı Şerif Mustafa Paşa’nın oğlu Haşan Hakkı Paşa’nın da Galib’e mücevher olarak lafzî ve mânevî bir târihi vardır.
Galib, sıralı bir tahsil görmemekle beraber zamanının bütün bilgilerini elde etmiş, din ve tasavvuf esaslarına künhiyle vâkıf olmuş, çağından önceki ve çağındaki şâirlerin hepsini okumuş incelemiş. Iran edebiyatına nüfuz etmiştir. XVI. yüzyıl şâirlerinden Fuzûll’ye._ Şâhidi’ye, Hayâlî’ye, XVIII. yüzyıl şâirlerinden Nef’i’ye, Fehîm’e, Tıflî’ye, XVIII. yüzyıl şâirlerinden Fasih Ahmed Dede, La’li, Sâbit, Nâbi, Nedim, Nahifi, Nevres-i Kadim, ve Hanîf’e nazireleri vardır. Râmiz’in bir mısra’ını, bir muhammeste mütekerrir mısra’ olarak kullanmıştır; çağdaşlarından Sâkıb Dede, Derviş, Rifat, Reis’ül – Küttâb Râşid, Hulûs, Vak’a-nüvis Pertev, Tezkire-i Sâni Arif ve diğerlerine tahmis ve nazireleri vardır.
İran edebiyatına hakkıyle vukufu, bütün şiirlerinden anlaşılmaktadır. Dîvânında Attâr’dan, Leyli vü Mecnun’dan hikâyeler, “Menâkıb’ul-Arifin” den mesnevi tarzındı İki, Ebû – Hafs’ul – Haddâd’a âit bir hikâye var. “Mesnevi” ve “DIvân-ı Kebir” le iyiden iyiye meşgul olduğu anlaşılıyor. Kendi elyazısı “Hüsn ü Aşk” müsveddesinde Mesnevi ciltlerindeki beyitlerin sayılarını kaydetmiş, “Mesnevi” yi dokuzuncu, onuncu, on birinci defa hatmettiğini yazmıştır. On birinci hatminin târihi 1198’dir (1784).
Divânda İran şâirlerinden Hâfız (792 H. 1389 –1390), Tâlib-i Âmulî (1035 H 1625-1626), Kelim-i Hemedânî (1062 H. 1650-1651), Sâib-i Tebrlzî (1081 H. 1670-1671) ve Şevketi Buhâri’ye (1107, 111 H. 1695, 1699) nazireleri vardır. Bunlardan bilhassa Şevket’e pek bağlıdır; Türkçe şiirlerinde de onu anar, hattâ kendi edâsına “Şevketâne” der.
Bu şâirler, mânâ ve mazmûnu en hayâli şekilde, âhenge fazlasiyle dikkat ederek ifâdeyi esas Kabul etmişler, İrân edebiyatında “Sebk-i Hindi”yi ibdâ’ eylemişlerdir. Galib, bizim divan edebiyatımızda, kendisinden önceki şâirlerin bâzısında, bir temâyül hâlinde görülen Sebk-i Hindî’nîn ilk ve tek mümessili olmuş, onun yolunda gitmeyi deneyenler, ona yetişememişler, “Hüsn ü Aşk”ın sonlarındaki “Fahriye” sinde dediği gibi “o genci-hazîneyi” o açmış, o tüketmiştir.
Eserleri:
1) Divan
Galib’in divânı 1252 hicride Bulak’ta güzel bir ta’likle taşbasması olarak basılmıştır ve bu basımdan başka basımı olmadığı gibi Türk harflerine de tam olarak çevrilip basılmamıştır. Bu tek basımda bâzı hatalar olmakla beraber bu hatalar, çok sayılamaz. Yazma ve sağlam nüshaları, kütüphanelerimizde, bilhassa İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde vardır.
2) Şerh-i Cezlre-i Mesnevi.
llmiyyedeyken Tasavvuf yoluna girip Gülşenî, sonra da Mevlevî olan ve şâir Hayreti’nin kardeşi bulunan, Edirne Mevlevîhânesinde şeyh iken bir vakıf meselesi yüzünden şeyhliği bırakıp İstanbul’a gelen, Sütlüce’de münzevi bir halde yaşayıp H. 953’te (1546) vefât eden Yûsuf Sine-çâk’in (Biyografi için bknz. “Abdulbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik”), “Mesnevi”nin altı cildinden mevzû’ ve mânâ ’ bakımından uygun yüzer beyit seçerek altı bölüm olmak üzere tertib ettiği, baş tarafa doksan dokuz beyitlik mesnevi tarzında ve “Mesnevi” vezninde bir başlangıç, sona beş beyitlik bir bitim bölümü eklediği “Cezlre-i Mesnevi” sinin şerhidir. “Cezlre-i Mesnevi”, “Lü’lü’hâ-yı dürc-i Mesnevi” terkibinin gösterdiği H. 901’de (1495), hemzeler de hesaplanırsa 903’te (1497) tertib edilen bu antolojiye, Ham- zavîlerden Fusûs şârihi Bosnalı Abdullâh’ın da (1054 H. 1644) bir şerhi vardır. Galib, Cezlre-i Mesnevl’yi 1024 Recebinden sonra (1789) ve Kulekapısı dergâhına şeyh olmadan önce Sütlüce’deki evinde şerh etmiştir.
3) Er – Risâlet’ül Behiyye fi Tarlkat’il- Mevleviyye
Bu Arapça eser, Köseç Ahmed Dede’nln Arapça “Es- Suhbet’us-Sâfiyye” adlı risalesine yapılan tâlikkattan meydana gelmiştir. Bu risâlenin müellifi, Konya’da “Hadîkat’- ül – Ervâh”ın arka duvarına bitişik kısımda yatan ve mezar taşındaki kitabeden, 1191 de (1777) vefât ettiği anlaşılan Trabzonlu Seyh Ahmed sanılmışsa da Köseç Ahmed Dede’nin Mevlana Müzesi Kütüphanesinde 2912 noda kayıtlı mecmûayı 1088 de (1677) vakfettiğine, mecmûadaki mühründe de 1056 (1646) târihi bulunduğuna göre Trabzonlu Şeyh Ahmed’in, Köseç Ahmed vDede olmadığı meydandadır. Aynı Kütüphanede 4108 No. da kayıtlı Arapça sarf ve nahve âit kitabı da Köseç Ahmed 1059’da (1649) vakfetmiştir. “Er – Risâlet’ül-Behiyye” sâhibi Ahmed Dede’nin, Ebû Bekr Çelebi (meşihati: 1159-1200 H 1746-1785) zamanında Konya’ya geldiği hakkındaki rivayet doğruysa bu küçük risâle, Trabzonlu Şeyh Ahmed’indir; Köseç Ahmed Dede’ninse, bu rivayet doğru olamaz. Hâsılı Risâle’nin eski, yahut orijinal bir nüshası bulunmadıkça kat’i bir şey söylemeye imkân yoktur. Galib, bu Arapça risaleyi gene Arapça olarak, şeyhliğinden önce şerh etmiş, şerhinde Mevleviliğe âit pek mühim bilgiler vermiştir.
4) Mevlevi şâirlerine dâir tezkire
Mevlevi şâirlerinin hâl tercemelerini (biyografilerini) kısaca yazmış, bâzılarının şiirlerinden seçmeler yapmış, müsvedde olan bu eseri Esrar Dede’ye vererek tertip ve tasnif etmesini söylemiştir. Esrar, bu müsvedde üzerinde çalışarak “Tezkire-i Şuarâyı Mevleviyye” ve “Esrar Tezkiresi” denen eseri meydana getirmiştir. Eserde, bu kitabı şeyhinin yazmaya başladığını, kendisinin, onun emriyle tasnif ve itmâm ettiğini (tamamladığını) bildirir. Ancak bu eserde, bâzı şâirlerin Mevlânâ’ya ve Mevlevîliğe âit şiirlerinin başka şâirlere atfedilmesi, Mevlevî olmayanların da Mevlevi gösterilmesi gibi zühuller (dalgınlık) vardır.
5) Hüsn ü Aşk
Galib’in asıl şöhretini temin eden, mesnevi tarzında yazdığı “Hüsü Aşk” tır. Galib, bir mecliste, Nâbî’nin” “Hayr-âbâd” ının fazla övüldüğünü, buna nazire yazmanın mümkün olmadığı söylendiğini, bunun üzerine Nâbi’nin bu eserinin Attâr’dan alındığını söylediğini, onu aşmak gayretiyle “Hüsnü Aşk”ı yazdığını, eserinin başlarında bildirir. Gerçekten de Nâbî’nin Hayr-âbâd’ının mevzûu, İlâhi-Nâme’de bir hikâyede hülasa edilmiştir ki bu hikâye Fahreddln-i Gürgânî’nin (442 H. 1050-1051) Vise vu Ramîn’inde geçer. Hüsn ü Aşk’da Fuzûlî’nin “Rûh-Nâme” ve “Hüsn ü Aşk” da denen “Sıhhat u Maraz”ının, “Leylî vü Mecnûn” unun, îbni Sinâ’nın (427 H. 1035-1036) “Risâ- let’üt-Tayr”ının, bunlardan fazla da Şihâbeddin Sühreverdi-i Maktûl’ün (587 H. 1191) “Mûnis’ül-Uşşaak”ının tesiri vardır; fakat hiçbir vakit “Hüsn ü Aşk”, bunların bir kopyası, bir taklidi değildir. Galib, teşhis sanatına dayanarak yazdığı bu eserde, en fazla tasavvuftan, tasavvuftaki mecâzi aşktan gerçek aşka geçiş, “Seyr ü Sülük’” kanâatinden faydalanmış, o vakte dek mesnevi tarzında yazılan hikâyeleri aşmayı hedef edinmiştir. Bu arada, Mevlânâ’nın “Mesnevi”sinden de, bilhassa mazmunlardan âzami derecede yararlanmıştır.
Abdülbâki GÖLPINARLI
(Abdülbaki Gölpınarlı, Şeyh Galip Divanı’ndan Seçmeler, Meb. yay. Ankara, 2001)
Şiirinden Örnekler:
1Efendimsin cihandâ i’tibârım varsa sendendir
Miyân-ı âşkında iştiharım varsa sendendir
2. Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın
Eğer sermâye-i örümde kârım varsa sendendir.
3. Veren bu sûret-i mevhûma revnak reng-i hüsnündür
Gülistân-ı hayâlim nev-behârım varsa sendendir
4. Felekten zerre mikdâr olmadım devrinde rencîde
Ger ey mihr ü münevver âh u zârım varsa sendendir
5. Senin pervâne-i hicrânınım sen şem’-i vuslatsın
Be her şeb hâhiş-i bûs u kinârım varsa sendendir
6.Şehîd-i âşkın oldum lâlezâr-ı dâğdır sinem
Çerâg-ı türbetim şem’i mezârım varsa sendendir.
5. Gören ser-geştlikde gird-bâd-ı deşt zanneyler
Fenâ-ender fenâyım her ne vârım varsa sendendir
7. Niçün âvâre kıldın gevher-i galtânın olmuşken
Gönül âyînesinde bir gbârım varsa sendendir.
8. Şafak-tâb eyledin peymânemi hûn-âb ile sâkî
Sabâh-ı sohbet-i meydehumârım varsa sendendir
9. Sanadır ilticâsı Gâlib’in yâ Hazret-i Munlâ
Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir
Şeyh Galib
Günümüz Türkçesiyle:
- Efendimsin, ben kulunum. Âlemde her ne varım varsa sendendir. Aşıkların arasında şöhretim varsa, adım-sanım duyulmuşsa, ancak sendendir, senin lûtfundandır.
- Benim yaşayışımın feyzisin; benim yürüyen ruhumsun. Ömür sermayemden bir kâr elde etmişsem sendendir.
- Ben gerçekte yokum, vehimden bir suretten ibaretim; bu surete bir parlaklık veren senin güzellik rengindir. Hâyalimin gül bahçesi, ilkbaharım varsa ancak sendendir.
- Senin zamanında felekten zerre kadar incinmedim; ey parlak, ışıklı güneş, ah ediyorsam, feryâd ediyorsam, ancak senin yüzünden âh etmedeyim, feryâd etmedeyim.
- Senin ayrılık pervânenim, sense buluşmak, kavuşmak mumusun. Her gece seni öpmek, okşamak isteğim varsa sendendir.
- Âşkının şehidi oldum, göğsüm ateşlerle dağlanmış bir laleliktir. Kabrimin ışığı, mezarımın mumu varsa sendendir.
- Öylesine başım dönüyor, öylesine dönüp duruyorum ki, gören çölün kasırgası sanır; yokum, yokluk içinde yokluk kesilmişim; her ne varım varsa ancak sendendir.
- Yuvarlanıp duran incinken beni neden başıboş bıraktın? Gönül aynasında bir tozum varsa, o da sendendir.
- Ey sakî, kadehimi kanlı gözyaşlarımla doldurdun da şafak gibi parıl parıl parlar bir hale getirdin; şarap sohbetinin sabahında bir mahmurluğum varsa sendendir.
- Galib’in sığınağı, yâ Hazreti Munla (mevlanâ), sensin, sana kaçar, sana sığınır ancak. Başımda övüneceğim bir külahım varsa sendendir.
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.