EN BÜYÜK GAFLET
En büyük Gaflet, Yahyâ Kemal’in son 50 yıldan beri Türkçe’ye karşı tutumumuz hakkında verdiği acı hükümdür. Târih boyunca, Türkçe’nin vardığı en yüksek seviyenin şâiri, dilimizin bu seviyeye varması için hayâtının 60 yılını vermiş bir Türk büyüğü olarak, en büyük sevgilisine yapılan zulmün derin sızısını duymuştur. Bu sözü de onun için söylemiştir.
Onun bu sözü, sâdece söz hâlinde kalmamış, şâirin, kendi elyazısıyle bir müsvedde kâğıdına da geçmiştir.
Yahyâ Kemal, Türkiye Türklüğünün daha İstiklâl Sa- vaşı’ndan sonra, yeni bir millet olmağa çalıştığı yıllarda Türkçe için şöyle düşünüyordu:
“Lisan bahsi açıldıkça hâlâ mı o bahis? diyerek bezginlik gösterenler, bana, acınmaya lâyık, gözlerini gaflet bürümüş, en zavallı kayıtsızlar gibi görünüyorlar. Vatan bahsi açıldığı bir yerde hâlâ mı o bahis; di-yecek bir Türk, menfûr bir kayıtsızlık göstermiş sayılır. Bu telâkki, lisan bahsine olan kayıtsızlığa karşı da bu derece vâriddir.
Vatan fikri bizde dâimâ vardı; fakat, Namık Kemal’in bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şâiri çıkıp da lisan fikrinin kudsîliğini uyandırsaydı bize öğretseydi ki: Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe’dir, bu bağ öyle metîn bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar.
Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.
Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve rûhu Türkçedir. Bu bağ milyonlarca Türk’ü birbirinden ayırmıyor; fakat dimağdan dimâğa kalbden kalbe geçmiş bir teldir ki yarın Türk edebiyâtının âteşin, feyyâz, ceyyid bir devresi açılırsa, millî rûhu bir elektrik seyyâlesi gibi bütün o dimağlar ve kalblerden geçirerek bu kitleyi yekpâre bir halde ayağa kaldırır.
Heyhât bir kimse zuhûr edip de lisan fikrini kafalarımızda kudsileştiremedi. Türkçeyi sevmiyor değil seviyoruz. Fakat tıpkı, vatan’ı Nâmık Kemal’den evvel sevdiğimiz gibi. Bu kâfi değil. Lisan fikri bizim kafalarımızda henüz tâli bahislerle yer tutmuş bir fikirdir. Zannediyoruz ki bu bahisle ancak lisan meraklıları, edipler, muallimler alâkadardırlar. Ah bu gaflet, gafletlerimizin en büyüğüdür.”
Türkçe üzerinde derin düşünen ve fikirlerini bir gün Atatürk’e de kabûl ettiren büyük şâirin Türkçe anlayışını bu kitapla defâlarca îzâh etmiş bulunuyorum.XX. asırda Türkçeye değer vermek, onu, memleketin büyük ve çok bahtiyar bir tesâdüfle bir arada yetiştirdiği hakîkî dil ve edebiyat büyüklerinin ve Avrupalı dil âlimlerinin bir araya getirilmesiyle kurulacak bir Türk Dili Akademisine tevdi etmekle başlayacaktı:
Türkiye’de Fuad Köprülü, Yahyâ Kemal, Hâlide Edîb gibi hakîkî dil, kültür ve sanat otoriteleri hayatta iken, bu üç imzânın da iştirâk etmediği bir dil hareketi yapmak, işi esâsından yanlış tutmak demekti.
Diller, İlmî veyâ edebî otoritelerini bütün millete kabûl ettirmiş, yüksek kültürlü dil ve sanat adamlarının elinde nizam bulur; milletlerini mutlakaa iyiye ve İlmîye doğru kalkındırmak idealindeki devlet adamları vâsıtasıyle de böyle ellere verilir.
Böylelikle millet, hiçbir zaman biribirinin dilinden anlamayan ve daha fenâsı, biribirinin dilinden nefret eden nesiller yetiştirmiş olmanın uçurumuna düşmez!
Yukarıda en büyük gafletimizin millî lisâna vatan topraklan gibi ve ondan hiç farksız bir değer vermek lâzım geldiğini söyleyen adam, yerden göğe kadar haklıdır: Bizim bugün içinde bulunduğumuz bütün çıkmazlar, Türkçemizi maksadlılar ve mâcerâcılar elinde bırakarak millî bir bağ olmaktan tamâmıyle uzaklaştırmış olmamızdandır.
Türkiye’de nice yıllardan beri, âileleri veyâ hocaları uyanık olmayan çok mühim bir kısım gençlik her bilginin doğrusundan çok, yanlışını öğrenerek yetişmiştir. Türk Dili, Türk Târihi, Türk Medeniyeti, Türk îmânı gibi, milletimizi birbirine millî kültürle bağlayacak en hayâtî mevzûlarda çocuklara doğru yerine yanlış öğretilmiştir.
Bütün dillerin Türkçe’den çıktığı, birçok başka milletlerin aslında Türk olduğu şeklindeki aşırı sağ dil ve târih yanlışları, zamanla bunun aksini öğrenen çocukların milleti-mize olan itimâdını sarsmıştır.
Selçuk ve Osmanlı Türklerinin büyük zaferlerini, büyük faziletlerini ve çok büyük medeniyetlerini kasden karanlıkta tutan bir târih tedrisâtı da aynı kötü neticeyi vermiştir.
Nihâyet çocuklarımıza durmaksızın salâhiyetsiz ve ehliyetsiz eller tarafından uydurulan kelimeleri öğreterek, memleketin bütün gençlerini büyüklerinin dilinden anlamaz hallere düşürmek de yurdda tam bir anarşi doğurmuştur.
Bu yüzdendir ki bugün Türkiye’de büyükler, gençlere ne söyleseler onlar ya anlamıyor yâhud tersini anlıyor, yâhud da kendilerine nice yıllardan beri doğruyu söylememiş olan büyüklerinin sözlerine artık inanmıyor ve değer vermiyorlar.
Türk çocuklarının çeşitli kutuplara bölünerek kendi vatanında birbirlerine, düşman kesilmeleri, eğer bu söylediğimiz sâhalarda bu yanlışlar yapılmasaydı, bugün istesek de varamayacağımız bir netice olurdu.
Yıllarca evvel, Türkiye’de tek ve güzel bir lisan varken, yabancı ideolojilerin Türk gençliğine en yalçın kayalara çarpar gibi tesir edemeyişi de bundandı: Çocuklarımız, dil vâsıtasıyle yapılan her hiyleyi anlayacak bilgideydiler. Bu vatanın bütün çevresini saran sol’un giremediği tek tılsımlı belde bu yüzden yalnız Türkiye topraklarıydı.
Vaktiyle Çinlilerin, Türk bütünlüğünü bozmak için eski bir Türk Hâkanından, verecekleri bir prensese mukaabil Türk vatanından bir taş parçası istedikleri bilinir. Hâkan, büyük bir gaflete düşerek bu tılsımlı taşı Çinlilere verince vatanda korkunç felâketler olur. Bir kısım Türkler Çinlilere esir olurlar. Bir kısmı ancak vatanlarını bırakarak başka yerlere göçmek sûretiyle yaşamaya devâm edebilirler.
Bugün de düşmanlarımızın bizden çalıp koparmak istedikleri üç büyük tılsım vardır:1. Milleti birbirine bağlayan tek ve güzel bir dil.
2. Türk milletini tam 1000 yıl, dünyânın en ahlâklı, en medenî ve en büyük kuvveti hâline getiren Türk müslümanlığı.
3. Türk çocukları için dâimâ büyük şeref ve güven kaynağı olan, millî târih ve ecdad sevgisi.
Şimdi, dikkat edersek, açıkça görürüz ki elimizden gidenler hep bunlardır.
Bugün, artık birbirimizin dilini bilmiyor, değerini anlamıyor, inanışını küçümsüyor ve birçoklarımız kendi târihimize küfürler savurarak yetişiyoruz.
Eğer hâlâ çâresini bulmaya davranmazsak, kendi elimizle hazırladığımız ve kendi büyük gafletimizle devâm ettirdiğimiz bu mânevî yıkılışı, hiçbir başka kalkınış veyâ davranışla önleyemeyiz.
(Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İst. 1996, s. 236)
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.