ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN SINIRLARI – Melih Cevdet Anday
Dilimize doladığımız bir söz oldu “insan hak ve özgürlükleri” sözü. Sık sık kullandığımız bu söz, özellikle siyasal alanda çok geçerli. Modern bir savaşımdır bu, hep var olduğu sanılmasın, Batı’da iki yüzyıllık bir geçmişi var. Bizde daha az, yüz elli yıl kadar bir şey. Yoksa özgür olma isteği insanda yeni mi uyandı? Eylemleri tabularla sınırlandırılmış ilkel toplum insanının yaşamını göz önüne getirdiğimde, özgürlüğe hiç gerekseme duyulmadan yüzyıllar boyu nasıl edildiğini kuşku ile düşünmekten kendimi alamıyorum. Evet, kuşku ile… Eğer doğamızın buyruğu değilse, bu özgür olma isteği nerden doğdu? Bu sorunun yanıtını bilir gibiyiz! Batı Avrupa’da yeni palazlanan tüccar sınıfı, malını içinde bulunduğu senyörlüğün dışında da, diyesim (yani) bütün yurtta satmak istedi, ekonomik çıkarı bunu gerektiriyordu çünkü; böylece de derebeylik rejimine başkaldırmış oldu. Bakın burada özgürlük idesinin vatan, millet kavramları ile birlikte doğduğunu görüyoruz… Peki yetinelim mi bu bilgi ile? Sorunlar birbirini kovalıyor: Kent ekonomisinden yurt ekonomisine geçişin nedeni ne idi?
Bunlar bizi bugünkü konumuzun uzağına düşürebilir. Burada şuncasını deyivermekle yetinelim: Yukarıdaki örnekte gördüğümüz özgürlük, toplumsal özgürlük kavramı içine sokulabilir. Ya kişi özgürlüğü? Öyle bir özgürlük de yok mu? Başka bir deyişle, o tür bir özgürlüğü ayrı olarak ele alamaz mıyız?
Ancak burada, unutmadan söyleyelim ki, toplumdan bağımsız bir insan tasavvuruna gidilecek değildir.
Geçen haftaki gazetemizin gençlerle ilgili röportaj dizisinde (Sayın Dr. Erdal Atabek’in hazırladığı dizi) bir genç şöyle diyordu: “Bugünün genci kendi kimliğini kendi gelişiminde arıyor.” Buradaki kimlik sözcüğü kesinlikle özgürlük kavramı ile ilişkilidir. Neyi yapabilecek, neyi yapamayacak! Bir özgürlük araştırmasıdır bu. Demek verilmiş değil, bulunacak.
Bu tür düşünceler, beni, ister istemez doğum olayına götürüyor. Özgür doğup doğmadığımız sorununa gelmek istiyorum. Kimsenin karşı gelemeyeceğine inandığım şu gerçekle başlayayım söyleyeceklerime: Dünyaya gelmemiz, bizim istememize bağlı değil: ana bananın isteğinden ötürü ya da rastlantı ile geliyoruz. Bunu, özgürlüğümüze daha baştan konmuş bir engel sayamaz mıyız?
Ama bununla bitmiyor ki! Doğumumuzda nice kalıt (hastalık, yetenek) taşımaktayız, onların etkisini de yok etme gücü yok elimizde. Saçımızın, gözümüzün rengini biz seçmiyoruz. İngiltere Kralı III. Richard, anasından dişli, kambur ve çolak doğmuştu: bu durum onun yaşamını etkilemesin olur mu? Artık Mozart’ın kulağından söz açmak istemiyorum, laf uzar.
DNA’larımızın taşıdığı buyrukları da buna ekleyelim mi?
Bakalım bize özgürlük alanı olarak sonunda ne kalacak!
Aile terbiyesine, ailemizin eğitim konusundaki gelenek ve olanaklarına elbette boş veremeyiz. Yeteneklerimizin gelişip gelişmeyeceği, sanırım, büyük ölçüde buna bağlıdır. Devletin eğitim alanında eşitliği sağlama çabalarına önem vermeye başlamaları bir haksızlığı önleme denenine bağlanabilir. Ama bu alandaki başarı oranı nedir, tam olarak bilmiyoruz. Zengin aile çocukları ile yoksul aile çocukları arasındaki yetişme yarışının eşitlik içinde geçtiğini söyleyemeyiz.
Şimdi karşımıza bir de bu çıktı. Yoksa özgürlük idesi eşitliğin, toplumsal adaletin ürün olmasın? Bakalım, geleceğiz. Bu konudaki çeşitli görüşlere de bir göz atmamız gerekecek.
1988 yılında basılmış Uludağ Konuşmaları adlı bir kitap var elimde, Türkiye Felsefe Kurumu baskısı. Bu kitabın yazarı değerli felsefecimiz İonna Kuçuradi, önsözde şöyle diyor:
“Sizlere, felsefenin hangi alanında olursa olsun, küçük-büyük ama özgün bir katkı yapan ya da özgün bir inceleme olan Türkçe yazılmış çalışmalar sunmak istiyoruz.”
Ne sevindirici bir istek!
Bu küçük kitabın içerdiği konular şunlar:
Özgürlük ve Kavramları
Ahlak ve Kavramları
Kültür ve Kavramları
Bunların ilkinde felsefî bir kavram olarak özgürlük konusu ele alınmaktadır. Şöyle başlıyor Sayın Kuçuradi bu bölüme: “İnsanların en çok özlediği şeylerden biridir özgürlük”. Arkasından bir soru geliyor: “Özlenen nedir?” Öyle ya, sakın ne olduğunu bilmeden özlemiş olmayalım özgürlüğü? Hiç aşka tutulmadan âşık olmak isteyenler vardır. Fakat konumuzu yürütmeye başlamadan şunu söyleyeyim ki, eşitlik özlemi, özgürlük özleminden önce başlamıştır.
Sayın Kuçuradi’den öğrendiğimize göre kimi filozof “İnsan özgürdür” ya da “istenmesi özgürdür” demiş, kimi “özgür değildir”, kimi de “insan özgürleşebilen bir varlıktır” demiş.
Böyledir felsefe, çeşitli görüşlerle karşılaşırsınız. Sayın Kuçuradi de özgürlüğü bir kavram olarak inceliyor ve başta David Hume’un (18. yüzyıl) şu görüşüne yer veriyor:
“Özgürlük, isteme’nin belirlemelerine göre eylemde bulunma ya da bulunmama gücüdür: özgürlükten isteme belirlenmeden eylemde bulunmayı -nedensiz eylemde bulunmayı ya da bir şey istemeden, rasgele eylemde bulunmayı- anlarsak, o zaman özgürlük yoktur denebilir.”
Demek özgürlük istemeden önce kendimize soracağız: Ben neyi söylemek istiyorum da söyleyemiyorum, ne yapmak istiyorum da yapamıyorum?
Ah, insanın istekleri çok değildir ve bunlardan çoğunun da özgürlükle bir ilişkisi yoktur. Çıkarlarımız için özgürlük istersek haklı olmayız. Kant şöyle demiş:
“Öyle hareket et ki, eylemde bulunurken, her defasında, kendine ve başkasına sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak da muamele edebilesin.”
Şunu eklemiş Sayın Kuçuradi:
“Kant’a göre özgürlük, eylemde bulunurken bunu ‘istemek’tir; böyle eylemde bulunmayı istemektir. Eylemlerimizin değil, istemelerimizin bir özelliğidir özgürlük.” (altını ben çizdim M.C.A.)
Özgürlük, insan aklının yarattığı bir düşündür Kant’a göre.
İşte bu görüş Jean-Paul Sartre’da sanki zorunlu bir yaratıcılık durumuna gelir; ona göre, insan özgür olmaya mahkûmdur. Çünkü insanın varoluşunu önceden belirleyen hiçbir şey yoktur, bu bakımdan da, özgürlük (eylem) ona gereklidir. Başka bir deyişle, özgürlük kendimizi var etmemiz için gereklidir bize.
“İnsanın önce var olması, sonra da -seçip yaptıklarıyla- olduğu insan olması, özgür olması demektir.”
Böylece kişi, kendi kendini seçer.
“İnsanın özgür olduğunu bilen kişi özgürdür demektir.”
Demek özgür olabilmek için kendi kendimizi seçmemiz, sonra da bunu eylemlerimizle göstermemiz gerekiyor. Bu seçim, dünyanın en güç işlerinden biridir ve insana büyük sorumluluk yükler. Böyle olunca da, düşünüyorum ki, özgürlük istemek, çok zahmetli, bizden büyük çaba bekleyen bir şeydir. Özgürlüğü başkasından beklemekle, bunu kendimizin yaratması arasında büyük ayrım vardır.
1991
(Geleceği Yaşamak, s. 328-331)
Yazılan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Suç teşkil edecek yazılardan dolayı edebice.net sorumlu tutulamaz.
Henüz yorum yok.
Bu yazıya yorum yapabilirsiniz.